Ortadoğu’da Kaos ve Kâbus

25 Kasım 2013 Pazartesi

Geçen hafta uluslararası medyada ilk sırayı alan haberlere bakınca Ortadoğu’nun, artık herkesin herkesle savaştığı, “Hobbesian” bir kâbusa dönüştüğünü, insani trajedilerin önümüzdeki dönemde, daha da yaygınlaşacağını düşünüyorum; hafta sonunda İran’la yapılan kısmı ve geçici anlaşmaya rağmen...
Tamam, bu berbat dünyanın oluşmasının sorumluluğunu öncelikle, büyük güçlerin bölgede iki yüzyıldır izlediği emperyalist politikalara çıkaralım. Çıkaralım ama bölge ülkelerini yönetenlerini de unutmayalım. Bu pek iddialı, akılları sıra “tarihsel bir fırsatı” kaçırmamakta kararlı ama bölgenin jeopolitiğini, tarihini doğru dürüst anlamaktan aciz “politikacılar” ham hayal projeleriyle bugünkü kaosun oluşmasında büyük rol oynadılar, oynamaya da devam ediyorlar.
AKP Türkiye’sinin, ABD ilişkisinden güç alarak, Sünni- Müslüman Arap dünyasının lideri olma, Osmanlı nüfus alanını restore etme hayali, iflas etmekle kalmadı, kendi sınırlarında Suriye kaosunun oluşmasına yol açtı. Dahası Zaman gazetesinden Lale Kemal’in NATO ve Ordu kaynaklarından aktardığına bakılırsa, Suriye’deki (Selefi-El Kaide) savaşçıların kaçmak zorunda kaldıklarında kitleler halinde Türkiye’ye doluşma riski oluştu. Böyle bir durumu başından beri beklediğimiz için AKP dış politikasını, her değindiğimizde, “fantezi” olarak niteliyorduk.
Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün devleti ele geçirirken aynı anda bölge lideri düzeyine yükselme projesinin aşırı hızdan ve hesap hatasından yere çakılarak dağılması da bir başka örnek.
Birkaç günün bilançosu
Hafta başında Beyrut’ta iki intihar eylemcisinin İran konsolosluğunu hedef alan saldırısında 22 kişiyi öldü; en az 160 kişi yaraladı. Ertesi gün Al Akbar’ın (Hizbullah’a yakın) baş yazarı bombayı “Suudi rejiminin hediyesi” olarak nitelerken Lübnan’da iki otomobile yerleştirilmiş bombalar, bir yol kenarına yerleştirilmiş bomba Suriyeli askeri personeli ve iki yazarı öldürdü. Robert Fisk Şii-Sünni savaşının Lübnan’ı da kapsayacak biçimde genişlediğini yazarken (The Independent 21/11), The Asia Times’da Pepe Escobar Siyonist- Suudi işbirliğine işaret ediyordu. Bu sırada, Irak’ta yaşam tüm acımasızlığıyla olağan seyrini izliyor, cuma günü gazeteler bombalarla 79 kişinin öldüğünü, kaçırılan 12 kişinin cesetlerinin bir yol kenarına atılmış olarak bulunduğunu, yılbaşından bu yana benzer biçimde ölenlerin sayısının 5 bin 800’ü geçtiğini yazıyordu.
The Daily Beast (Newsweek) yazarı Dettemer’in raporu, Suriye’de Hıristiyanların, en son Yakubiye’de 20’si kaçırıldıktan, altısı başı kesilerek infaz edildikten sonra, Cihatçı teröristlerce kaçırılma, infaz edilme, cinsel tecavüze uğrama korkusuyla kitleler halinde evlerini terk ederek kaçmaya çalıştıklarını aktarıyordu. Bu sırada Suriye iç savaşında rejim yeni mevziler kazanırken Cihatçı teröristlerle, daha “ılımlı” muhalefet örgütleri birbirlerini öldürmeye devam ediyordu. (Reuters 18/11)
Aynı günlerde White House, İsrail’in İran konusundaki tutumunun savaşa yol açabileceğini vurguluyor (JTA, 21/11), gazeteler ABD’nin Afganistan’ı terk etmeyeceğini yazıyor, Suudi rejimi içindeki iktidar savaşı uluslararası medyada “görülmeye” başlıyor (The Guardian 21/11), ABD Dışişleri Bakanı Kerry Mısır’daki generallere destek olmak için “Müslüman Kardeşler örgütü devrimi çalmıştı” derken (The New York Times, 21/11) Mısır’daki seküler, liberal muhalefet, askeri rejimin MK’ye yönelik baskısında sıranın kendilerine gelmesinden korkuyordu.
‘Boşluk’ ya da ‘dengeleme’
Walter Russel Mead (The American Interest), Ian Bremer (Eurasia Group) gibi saygın analistlerin de paylaştığı bir yaklaşıma göre, bu kaosun arkasında, ABD’nin kendi içi sorunlarına odaklanarak, dışarıda dikkatini Asya’ya çevirerek, Ortadoğu’dan çıkmaya başlaması var. Bu çıkış bir otorite boşluğu oluşturuyor (Financial Times 20/11). Dahası, ABD’nin bölgeye yönelik politikalarında bir belirsizlik var. Bu belirsizlik dostlarını kızdırıyor, ABD’ye karşı güven aşınması yaratıyor, düşmanlarını da cesaretlendiriyor. (Haaretz 19/11)
Bu yaklaşımın arkasındaki, Batı’nın, “Ortadoğu’da mutlaka bir çoban gerekir” Oryantalizmini bir kenara koyarsak, bölge ülkelerinin Mısır’dan İsrail’e, Suudi Arabistan’a, kendi ülkelerinde, ekonomik etnik mezhep ayrılıklarına dayalı sorunlarını çözemedikleri, çözmeye de çalışmadıkları için aslında kaderlerini ve güvenliklerini ABD’ye bağlamış yönetimlerinin kırılganlığı, liderlerinin zavallı yalnızlığı yatıyor: ABD bizi bırakıyor mu? Düşmanlarımızla mı anlaşıyor?
Bu yönetimler ya panik halinde ya da fırsatı değerlendirmek için, “açılan boşluğu” doldurmaya yarışıyorlar. Böylece bölgede, her an değişen, garip, en önemlisi iktidarsız kamplaşmalar oluşuyor. Bu alanda son günlerde, Suudi Arabistan -Ürdün- Birleşik Arap Emirliği, Hizbullah-Suriye-İran ve Türkiye-Katar-Hamas-Müslüman Kardeşler arasında üçlü bir kamplaşmadan söz ediliyor (PJ Medai 09/11, ). Kimileri bu yorumun içine, İran’a karşı gizli ya da de facto oluşmuş bir İsrail- Suudi ittifakına (bazen açık bazen üstü kapalı) işaret ediyor (FT, Al Akhbar, The Asia Times, Haaretz)
Bu kamplaşmalar, ittifaklar belki ABD’ye ilişkin bir algı değişmesinden kaynaklanıyor ama, dikkat edilirse böylece oluşan durum, ABD’nin bölgeden “çıkmasını” ve doğrudan denetim yerine “uzaktan dengeleme”, “ekolojik egemenlik” (etkileme kapasitesini, etkilenme olasılıklarından daha güçlü bir konumda tutma) kurma olanaklarını arttırıyor.
Gerçekten de ABD’de uluslararası ilişkiler alanının önemli isimlerinden Stephen Walt’ın geçen hafta Foreign Policy’de vurguladığı gibi, ABD bölgeye yönelik “bir realist uzaktan denetleme” politikası benimsemiş görünüyor. Walt bu yeni politikayı savunuyor, başarı koşullarına ilişkin yaptığı “ABD kimi dostlarına fazla yakın, rakiplerine de fazla düşmanca davranıyor” saptaması da gelişmekte olan “oyunun” kuralları hakkında da bir fikir veriyor. Bakınız: ABD-Rusya yakınlaşması, İran’la diyalog ve anlaşma...
Bu yeni “kurallar”, ABD’nin bundan sonra enerji akışını güvence altına almak, ABD karşıtı terorizmi ve kitle imha silahlarının yayılmasını önlemek, İsrail’i korumak için kiminle gerekiyorsa onunla ittifak kurmak, oluşan kamplardan bazen birini bazen öbürünü desteklemek yoluyla bölgede, çıkarlarını korumaya, “ekolojik egemenliğini” sürdürmeye devam edeceğini düşündürüyor.
Bu oyunun kurbanı olmamak için, bölgede “boşluk doldurmaya”, lider olmaya ilişkin fantezilere kapılmak yerine, ülkenin ekonomik siyasi istikrarını gözetmek, demokrasiye, eşitsizliğe ilişkin sorunları azaltmaya çalışmak gerekiyor. Bölge yönetimlerinden bu konuda bir gelişme beklemek boş olduğuna göre, kaosa, kâbusa devam... Acaba daha hangi hesap hataları insanların yaşamlarını altüst etmek, kana bulamak için sırada bekliyor?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları