Bize bizden büyük düşman yok

12 Mart 2019 Salı

Seçime şunun şurasında üç haftadan az kaldı, hepimiz seçim derken başka bir şeyi kastediyoruz. Aynı dili değil de, aynı sözcüklerle ayrı dili konuşunca sağırlar diyaloğu çıkmazında sıkışmak kaçınılmaz oluyor.
Halk yerel yöneticilerini saptayacağına göre, yapılacak olan bir yerel seçimdir” diyorlar.
Acaba gerçekten öyle mi?
Yerel yönetimler, merkezi idarenin onayı olmadan hiçbir şey yapamayacağına, paranın musluğu merkezi idarede, daha doğrusu tek kişinin elinde bulunduğuna göre, sandıktan çıkacak olan, yerel yönetim ile ilgili milli iradenin ne kıymeti harbiyesi olur ki? O soru da tabii ki sandıktan milli iradenin aksaksız çıkması varsayımının gerçekleşmesi halinde geçerli. Acaba, milli irade 31 Mart günü sandıktan saptırılmadan çıkabilecek mi?
Çıktığını varsaysak bile, seçilen yerel yöneticilerinin tepeden gelen kişisel bir kararla milli iradeyle geldikleri makamlardan alınıp yerlerine kayyım atanmaları olasılığı hep var olduğuna ve bize de bu husus bıktırırcasına bir ısrarla anımsatıldığına göre, milli iradenin şahsi irade karşısında ne hükmü olabilecek ki?

***

Bütün bunlar, 31 Mart seçiminin aslında, Reis’in rejiminin ve politikalarının onaylanıp onaylanmadığını gösteren bir plebisit olmaktan öteye geçemeyeceğini göstermiyor mu?
Hem tüm otoriter - totaliter rejimlerde, bütün seçimler bir anlamda plebisit değil mi?
Bunların yanı sıra 31 Mart seçimlerinin Türkiye’nin beka sorunu olup olmadığı tartışması hâlâ ısrarla sürüyor.
Aslında seçim olmasa da Türkiye’nin bekası sorunu son dönemde hep gündemde.
Beka sorununun bizatihi tartışılması bile onun varlığının kanıtıdır.
Bu konuda 2 Mart günkü Hürriyet’te yayımlanan İpek Özbey ile söyleşisinde KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır çok yerinde bir saptama yapıyor ve “...reel olarak bir beka sorunu var mıdır bilmiyorum, ama benim beka olarak gördüğüm şey ortak yaşam irademizin zayıflıyor olması” diyor.
Çağdaş dünyada toplumları bir arada tutan birlik ve dirliklerini pekiştiren ana unsur, bu sübjektif bir arada yaşama ölçütü olduğuna göre, bu iradenin zayıfladığı toplumların en ciddi beka sorunuyla burun buruna oldukları kesindir.
Gözleminden bu sonucu çıkarabileceğimiz Bekir Ağırdır bir saptamada daha bulunuyor ve diyor ki:
- Seçmen bu seçimde negatif kimliklenme dediğimiz, hangi partinin yanında olduğundan çok, hangi partinin karşısında olduğu dürtüsüyle hareket edecek.
Bu isabetli tanıyı daha da önemli kılan başka bir gözlemini de şöyle ifade ediyor:
- Tüm siyasi aktörler bu gerilimi görmek ve çözmek yerine bundan siyaset üretmeyi marifet sanıyor.
Bunlardan açıkça ortaya çıkan gerçek şudur:
Türkiye’nin, toplumun bir arada yaşama arzusunun gittikçe gevşemesinden dolayı ciddi bir beka sorunu vardır. Şu anda toplum, kime daha yakın olduğundan çok, kime daha fazla karşı olduğu duygusunun üstüne bina edilmiş bir negatif kimliklenme içindedir ve politikacı da, bu gerilimi çözmek yerine, üzerine siyaset yapmayı marifet saydığından seçimin bu beka sorununa olumsuz bir etkisi vardır.
Bu durumdan çıkarılabilecek sonuç da açıktır:
- Beka sorunu olduğunu söyleyen politikacı o sorunu kendi doğurmakta, hiç değilse kendi politik kısırlığıyla ağırlaştırmaktadır.
Politikacının her yerde düşman gören, tutucu paranoyak kesiminin dilinden düşürmediği bir slogan vardır. Bunlar ikide bir “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” der dururlar.
Oysa içinde bulunduğumuz duruma baktığımızda görüyoruz ki, bize bizden fazla zarar verecek, bizden daha büyük düşmanımız yokmuş meğer.
DÜZELTME: 8 Mart tarihli yazımda sözünü ettiğim, zamanın başbakanı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer ile 3 Mart 2003 tarihli görüşmesi sırasında yanında bulunan kişi Bülent Arınç değil, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök olacaktı. Bu görüşme sırasında Gül ile Özkök, Sayın Cumhurbaşkanı’ndan olağanüstü Milli Güvenlik Kurulu toplamasını talep etmişler, fakat Sayın Sezer bu talebi uygun bulmamış. Düzeltirim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları