Leyla Tavşanoğlu

Naylon tezkere...

12 Ekim 2014 Pazar

1 Mart tezkeresinin kara kutusu Büyükelçi Deniz Bölükbaşı yenisini değerlendirdi:

 Türkiye kaç gündür yanıyor. Onlarca ölü, yaralı, bin küsür gözaltı var. Ne oldu da birisi düğmeye bastı? Üç gün içinde Türkiye’de bu toplumsal karışıklıklar nasıl başladı? Çözemiyorum ama bu gelişmeler bana çok garip geliyor. 

Komplo teorisi üretmek istemiyorum ama Musul Başkonsolosluğu’ndan rehin aldığı 49 kişiyi sınır harekâtında canlı kalkan olarak kullanmak varken neden rehineleri serbest bıraktı? Ondan sonra da neden Kobani’ye yöneldi? Kobani’nin IŞİD için stratejik önemi yok.

1 Mart tezkeresinin kara kutusu olarak tanınan emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı 2003’ten beri ilk kez ayrıntılı biçimde konuşuyor. Son olarak Suriye koalisyonu için çıkarılan 2 Ekim tezkeresini yerden yere vuruyor. “Bu naylon tezkere” diyor. Başbakan Davutoğlu’na, “Keşke tezkereye hiç elini sürmeseydi” eleştirileri yöneltiyor. AKP’nin Suriye politikasına da “beyaz baston diplomasisi” adını takıyor. IŞİD’in Kobani’ye yönelmesinin ardından onlarca kişinin ölümüne ve yaralanmasına yol açan Türkiye’de iç karışıklıkların çıkmasını “çok anlamlı” bulduğunu söylüyor. 
- Siz 1 Mart 2003 tezkeresinin kara kutusu olarak bilinirsiniz. O konuda çok fazla konuşmadınız. 1 Mart tezkeresiyle şimdi TBMM’de kabul edilen tezkere arasında ne farklar var?
D.B.- 1 Mart 2003’te TBMM’nin reddettiği tezkereyle bu yıl 2 Ekim’de kabul edilen tezkere arasında gece ve gündüz kadar derin farklar var. 2003 tezkeresinin amaçları, hedefi, Türkiye’ye gelecek asker sayısı belliydi. 2 Ekim’de TBMM’nin kabul ettiği tezkerenin ne amacı ne hedefi bellidir. CHP buna torba tezkere diyor. Oysa bu çorba bir tezkeredir. AKP hükümetinin Irak ve Suriye’den kaynaklanan tehdit konusunda ne doğru bir bakış açısı, ne buna karşı alınacak tedbirlere ilişkin bir stratejisi var. Bu oradan oraya yalpalamanın kâğıt üzerine geçmiş halidir. 

- Tezkerenin tek hedefi “Önce Esad rejimi devrilsin sonrasına bakarız” gibi görünmüyor mu? 
D.B.- Cumhurbaşkanı ve yeni Başbakan’da Esad takıntısı gayri kabili tedavi bir rahatsızlık halini almıştır. Karşımızdaki çok ciddi klinik bir durumdur. Dört yıl önce Esad rejiminin Suriye halkına zulmetmeye başladığı dönemde tabii ki vicdan ve merhamet duygularına dayalı bir politika izlemek gerekirdi. Ama o günden bugüne baktığımızda Türkiye’nin temel bakış açısı ve stratejisini oluşturacak temel parametreler değişti. Artık Esad rejiminin zulmünden daha tehlike ve tehdit arz eden Suriye’deki terör örgütlerinin serbestçe faaliyet gösterdiği ortamdır. 
Siz hâlâ dört yıl öncesinin o vicdan politikasına takılıp kalırsanız işte bugün AKP hükümetinin yalpaladığı duruma düşersiniz. AKP’nin Irak ve Suriye’deki politikası hem miyop, hem şaşı, hem renk körü bir insanın izlediği ancak beyaz baston diplomasisi olur. Yani Davutoğlu-Erdoğan beyaz baston diplomasisi izliyor. 
ABD’ye gidinceye kadar IŞİD’e terör örgütü diyemeyen, Suriye konusunda oluşan koalisyona Türkiye’nin katkısının ne olması gerektiği konusunda en ufak bir fikri olmayan bir devlet mekanizması düşünün. New York dönüşü bu mekanizme TBMM’ye bir tezkere gönderdi. Acemice kaleme alınmıştır. Ne amacı ne hedefi bellidir. 
- Davutoğlu tezkereyi bizzat kaleme aldığını söyleyince ne düşündünüz? 
D.B.- Keşke hiç dokunmasaydı. Keşke tezkereyi Dışişleri Bakanlığı memurları yazsaydı. Çünkü ortaya bir garabet çıkıyor. Bana göre bu niteliğiyle bir naylon tezkeredir. Kullanılmamak, görüntüyü kurtarmak için kaleme alınmıştır. 
Fikri mülkiyet hakkı sahiplenmesi olarak almayın ama 1 Mart tezkeresi çok daha ciddidir. Tezkere TBMM’ye sevk edilmeden önce ABD tarafıyla askeri harekâtın nasıl olacağında mutabık kaldığımız bir MO’yu (Memorandum of Understanding – Mutabakat Belgesi) hazırlayıp ondan sonra TBMM’ye sevk etmiştik. 
Oysa 2 Ekim tezkeresi alelacele Meclis’e getirildi. Şimdi de ne yapacağını bilmeyen şaşkınlar gibi ortalıkta dolaşıyorlar.  

Tampon bölgenin meşruiyeti yok
AKP Hükümeti’nin Irak ve Suriye’den kaynaklanan tehdit konusuda ne doğru bir bakış açısı ne de buna karşı alınacak tedbirlere ilişkin bir stratejisi var. Bu, oradan oraya yalpalamanın kâğıt üzerine geçmiş halidir
- Oysa ABD açık açık ve defalarca kara harekâtı yapmaya niyetli olmadığını açıklamadı mı?
D.B.- Obama tarihe ABD askerlerini yurtdışından çeken bir başkan olarak geçmek istiyor. İkinci garabet ise bizimkiler uluslararası hukukta karşılığı olmayan tampon bölge gibi uygulanması mümkün olmayan kavramları hâlâ Suriye’deki yangının söndürülmesinde geçerli çıkış yolu olarak görüyorlar. Buna ortaokul çocukları bile güler.
Tampon, güvenlikli bölgeden neyi kast ettikleri bir tarafa, siz eğer bir ülkede bir iç karışıklık çıktığı andan itibaren oradan sizin ülkenize bir kitlesel göç hareketi olacağını hesaplarsanız bunun kendi sınırlarınıza gelmeden o ülke içinde bir noktada tutabilmek için bir tampon bölge düşünebilirsiniz. 1 Mart tezkeresinde de tampon bölge vardı. Bunun uluslararası jargondaki adı IDP Zone’dur. Yani Internally Displaced Persons Zone. Bunun anlamı da bir iç karışıklık anında yerlerinden edilecek kişilerin ülke sınırlarına gelmeden tutulmasıdır.
Burada 2 milyona yakın mülteci gelmiş ve siz hâlâ Suriye toprakları içinde tampon bölge kurmayı düşünüyorsunuz. Bu nasıl olacak? Bir kere bunun için BM Güvenlik Konseyi kararı gerekli. Bu kararın alınamayacağını biliyorlar.
- Konseyin daimi üyeleri Çin ve Rusya’nın muhtemel vetosu nedeniyle mi?
D.B.- Evet. Uluslararası meşruiyet şartını fazla aramadan yaptılar diyelim. Suriye’yle sınırımıza baktığımız zaman Halep’in kuzeyindeki çok küçük bir cep dışında bütün sınırımız ya PYD ya da IŞİD’in kontrolünde. Yani oralarda mı tampon bölge kuracaklar? Diyelim tampon bölgeyi kurdular. O bölgeyi nasıl savunacaklar? Böyle bir şeyi düşünmek için insanların akli melekeleriyle ilgili ciddi endişeler duymamak mümkün değil.
- Zaten klinik vaka dediniz...
D.B.- Bir de No Flight Zone (Uçuşa Yasak Bölge) olacak diyorlar. İyi de hava sahasını kim kime karşı koruyacak? IŞİD’in hava gücü yok. Esad rejiminin var. Demek ki ona karşı koruyacak. ABD bunda yokum diyor. NATO Genel Sekreteri bunun NATO’da bile tartışılmadığını, geçerli bir askeri seçenek olmadığını söyledi. O uçuşa yasak bölge PYD’nin bölgesi. Cezire, Kobani, Afrin kantonlarının bulunduğu bölge. Bu açıdan bakınca gerçekten beyaz baston diplomasisi. Bu tezkerenin nesini değerlendireceksiniz?
Artık dört yıl öncesinin parametreleri yok. Kaldı ki dört yıl öncesine kıyasla bugünkü bir fark da bundan sonra Suriye’nin toprak bütünlüğü ve milli birliğinin ne kadar korunabileceğidir.
Türkiye dışındaki Batılı ülkelerin mutabık kaldığı husus bunun ancak bir geçiş dönemiyle mümkün olabileceğidir. Bu mutabakata göre geçiş dönemi de Beşşar Esad’sız ve Baas’sız olmaz. Hal böyleyken siz hâlâ Esad’ı hedef alın, onun peşinden gidin, ben de Suriye’ye kara birliklerimle gireyim, diyorsunuz.
- İyi de AKP hükümetinin IŞİD takıntısı nereden kaynaklanıyor?
D.B.- IŞİD takıntısı yok Beşşar Esad takıntısı var. IŞİD’le olan takıntı değil de belki muhabbet. Hükümeti suçlamak istemem ama IŞİD nasıl ortaya çıktı ve gelişti? Buna bakmak lazım. IŞİD’i başta Suriye ve İran destekledi. Irak’taki Sünni nüfus ve aşiretlerin desteği sayesinde palazlanan bir örgüttür. Dikkat ederseniz bu örgüt hiç Esad rejimiyle çarpışmadı. Bunlar Rakka’dan başlayarak petrol ve rafineri bölgelerini ele geçirdiler. Irak’ta da Musul’u yarım saat içinde hiç çatışma olmadan aldılar. ABD’nin giderken Irak ordusuna bıraktığı ağır silahları Musul’dan aldılar. Kaçak petrol satışından günde iki-üç milyon dolar gelirleri olduğu söyleniyor. Ama bütün '62unlar IŞİD fenomenini izah etmeye yetmez. Bunun arkasında çok ciddi bir stratejik akıl var.

- İyi de IŞİD’deki bu stratejik akıl nereden geliyor?
D.B.- Tam bilemiyorum. Ama kafamı kurcalayan bazı noktalar var. Çünkü Kobani’ye saldırdı. Kobani’nin IŞİD için fazla bir stratejik önemi yok. Suriye’deki yerleşim birimlerinin Türk sınırına en yakın noktası. Tam Suruç ilçesinin karşısı.
Deniyor ki: PYD’nin ilan ettiği kantonal sistemde Kobani tam ortada yer alıyor. Bir tarafta Cezire kantonu, bir tarafta da Afrin. Bunlar arasındaki bağlantıyı kesmeyi hedef aldı.
Bu görüşün askeri ve stratejik açıdan hiçbir ikna edici yanı yok. Komplo teorisi üretmek istemiyorum ama Musul Başkonsolosluğu’ndan rehin aldığı 49 kişiyi o sınır harekâtında canlı kalkan olarak kullanmak varken neden rehineleri serbest bıraktı? Ondan sonra da niye Kobani’ye yöneldi?

PKK de IŞİD kadar tehdit
- IŞİD Kobani’ye yönelir yönelmez Türkiye’de karışıklıklar çıktı mı demek istiyorsunuz?
D.B.- Türkiye’nin içi karıştı. Çözemiyorum ama bütün bu gelişmeler bana çok garip geliyor.
- Yani IŞİD Kobani’ye yönelerek Türkiye’de çok ciddi karışıklıklar çıkarmayı mı hedefledi?
D.B.- Ben orada durayım. Ondan sonrası komplo teorisine girer ama bu dediklerim gerçekten bir dizi izaha muhtaç garabetler. Türkiye kaç gündür yanıyor. Onlarca ölü, yaralı, bin küsur gözaltı var.
Ne oldu da birisi bir düğmeye bastı? IŞİD niye Kobani’ye geldi? Üç gün içinde Türkiye’de bu toplumsal karışıklıklar nasıl başladı?
Irak ve Suriye’de yaşananlar Türkiye için çok ciddi bir dış güvenlik sorunu. Ama bugün itibarıyla aynı zamanda bir iç güvenlik sorunu haline gelmiştir. Bu tezkere buna ilaç değildir. Kullanılmamak için hazırlanmış bir tezkeredir.
Kobani’de şu anda hiç sivil kalmadı. Çarpışanlar PYD’nin askeri kolu YPG militanları. Yani Kobani düşerse bir sivil katliam olmayacak. Kobani’nin PKK için önemi İmralı canisi terörist başının (Öcalan) siyasi laboratuvarı olmasıdır. İlk kez demokratik özerklik zırvasını orada hayata geçirdi. O üçlü kanton bölgesine zaten Rojawa diyorlar. Bu Büyük Kürdistan’ın batı organizasyonu. Doğuda Barzani Kürt otonom bölgesiyle en sağlam ayağı. Kuzeyde de Erdoğan’ın başlattığı İmralı süreciyle Türkiye’de uygulanmak istenen model hayata geçecek. Üç parça birleşip ileride şartlar uygun olduğunda İran’daki Kürtlerle Büyük Kürdistan’ın altyapısı oluşuyor. Endişe Kobani’deki siyasi laboratuvarın çökmesi.
Şimdi bizden PKK’nın silahlandırılması isteniyor. Oysa PKK’nın silah bırakması söz konusuydu. Ne IŞİD ne PKK. Al birini vur ötekine.

Biden’in sözleri ABD’nin resmi görüşü
- Yani PKK’nin IŞİD’e karşı silah istemesinin nedeni ilerideki Büyük Kürdistan kurulması hayalini gerçekleştirmek mi?
D.B.- Bugün Türkiye’nin hem iç hem dış güvenlik politikası üzerinde bir PKK ipoteği kurulmuştur. Erdoğan da Davutoğlu da başlattıkları ihanet sürecinde rehine haline gelmişlerdir. PKK İmralı süreci sonrası Türkiye’de meşruiyet kazanmıştır. Şimdi Suriye ve Irak’ta uluslararası meşruiyet kazanma peşindedir.
- Siz Ankara’nın IŞİD’i silah ve mühimmatla desteklediği iddialarına ne diyorsunuz?
D.B.- ÖSO’yu Suriye muhalefetini baştan beri organize etmesi uluslararası hukuka aykırıydı. 17 Aralık sonrası Dışişleri Bakanlığı’ndaki dörtlü toplantının tapelerine baktığımız zaman Genelkurmay İkinci Başkanı iki binden fazla TIR gönderildiğini söylüyor.

Siz Esad takıntısını onu devirecek herkese yardımcı olayım diye üç yıl sürdürdüyseniz bugün IŞİD militanlarının Türk topraklarını boyuna girip çıkarak kullanmadığını da hiç kimse söyleyemez.
Bir de Cumhuriyet tarihinde şu son üç-dört yıldır MİT’in dış politikayı bu kadar etkilediği bir dönem yaşanmadı. Bugün MİT Müsteşarı Dışişleri Bakanı’ndan daha önde. Bu da izaha muhtaç bir garabettir.
- ABD Başkan Yardımcısı Biden gaflarıyla ünlü bir siyasetçi olmasına karşın Harvard’daki konuşması sizce kasıtlı mıydı yoksa söylendiği gibi gaf mı yaptı?
D.B.- Orada önemli olan ABD yönetiminin resmi görüşü olmasıdır. Zaten özür dilemesi de ilginç. Sizi üzdüğüm için özür dilerim diyor. Söyledikleri için değil. Hiç kimse de Biden bunları söylemedi, medya çarpıttı, demiyor.
- Eski CIA Başkanı ve ABD eski Savunma Bakanı Leon Panetta’nın IŞİD’in otuz yıldan aşağı alt edilemeyeceğini söylemesini nasıl yorumladınız?
D.B.- Irak Ordusu’nu 2003’te 15 gün içinde dize getiren ABD için askeri açıdan IŞİD’le savaş neden 30 yıl sürsün?

PORTRE 
DENİZ BÖLÜKBAŞI 
Ortaöğrenimini TED Ankara Koleji’nde, yükseköğrenimini A.Ü. Hukuk Fakültesi’nde yaptıktan sonra 1973’te Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Bakanlığın merkezde ve yurtdışı temsilciliklerinde çeşitli görevlerde bulundu. Bakanlığın Baş Hukuk Müşavirliği’ni yaptı. 2003 başında ABD’yle askeri mutabakat belgesi (ünlü 1 Mart tezkeresi) müzakerelerinde Türk heyetine başkanlık etti. Dünya Ticaret Örgütü (WHO) nezdinde Türkiye daimi temsilciliğini yürüttükten sonra 2007’de devlet memuriyetinden istifa edip MHP’den milletvekili seçildi. 2011’de MHP içinde patlak veren kaset skandalları nedeniyle siyasetten çekildi. Şimdi çalışmalarını Başkent Üniversitesi Radyo-Televizyon Bölümü’nde sürdürüyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları