Muhalefete ‘Kunta Kinte’ Ayarı

12 Ekim 2014 Pazar

En fecisi de artık şaşmamak…
Davutoğlu’nun Kılıçdaroğlu için söylediği, “Sadece sussun. Onun aklına ihiyacımız yok!” sözleri, kulaklarımı tırmaladı ama heyhat, hiç şaşırmadım.
Yüzüne demir maske takmış gibi duran Davutoğlu’nun, geçen hafta CNN International kanalındaki Christiane Amanpour söyleşisinde hangi havaya girdiği belli olmuştu…
ABD TV gazeteciliği kodlarının gerektirdiği bir “sözde samimiyet” içinde Amanpour’a ilk adı “Christiane”la hitap eden Davutoğlu’nun ekrandan fışkıran özgüveni, başbakanlık sonrası belli ki hormonlanmıştı.
O kadar ki ünlü gazetecinin sorularının neredeyse tamamını hiç göz kırpmadan es geçen ve gerçek cevaplar vermek zahmetine dahi katlanmayan başbakan, söyleşi boyu, tek cümleye indirgenebilecek bir konsepti yineledi:
Esad eğer gönderilmeyecekse, biz yokuz!”
“Uluslararası sisteme kendini dayatmak” algısı üzerinden işlenen, “Biden’ın özrü” ile zirve yapan bu “Alimallah, kim olursa hodri meydan!” yaklaşımı içinde; Davutoğlu, geçen hafta… gene kıssadan hisse muhalafete de pay çıkaran biçimde; “Bu milletin hakkını vermeyen herkes bizden özür dileyecek!” demişti…

Devlet ve millet = AKP
Başbakan’ın burada “millet”le “AKP”yi kastettiğini biliyoruz.
10 Ağustos seçimleri ardından, meşhur “Restorasyon devam edecek!” ve “dava” çıkışlarını yaptığı “genel başkan adaylığı” konuşmasında da; “Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin. Devletimize ve milletimize zarar vermemesi için AK Parti’ye zeval vermesin!” sözlerini sarf etmişti…
“Devlet, millet = AK Parti”… özetle.
Davutoğlu’nun vizyonu bu.
Zaman geçtikçe, diğer alternatifler arasından Erdoğan’ın kendisine selef olarak niye Davutoğlu’nu seçtiğini daha iyi anlıyoruz.
“Stratejik derinlik”, “sıfır sorun”, “neo-Osmanlılık” düşleriyle girilen “değerli yalnızlık” cenderesine rağmen; “Esad, Suriye, Ortadoğu” politikalarında ustayla çırağın tam örtüştüğü görülüyor.
Bunun ötesinde, millet ve devleti, salt kendi partileriyle; dışarıda kalan herkesi dışlayacak şekilde özdeşleştiren ve salt AKP’de vücut bulan bir tasavvur olarak görmek anlayışları da uyuşuyor.
Davutoğlu, RTE’nin mütemmim cüzü gibi.
Onun için açıklamaları da -mütemmim cüz misali- birbirini tamamlıyor.
Davutoğlu çıkıp, “Kılıçdaroğlu sussun! Aklına ihtiyacımız yok!” ayarı verdiğinde; “reis” de bu nedenle araya girip; “Kılıçdaroğlu aklını kendine saklasın!” komutuyla mesajı pekiştiriyor.
Var ya…
Günümüz dünyasında uşakla dahi, “Hadi oradan sus, aklını kendine sakla!” diye böyle konuşulmaz.
O derece ilkel; görgü ve nezaket kurallarına ters düşen laflar bunlar…

Basın ve yargıdan sonra sıra muhalefette
“Mütemmim cüz” Cumhurbaşkanı-Başbakan ikilisi, demokrasinin temel unsuru olan ve milyonlarca seçmenin oyunu alan… ana muhalefet partisi liderine hizmetkârdan da beter, adeta köle muamelesi yapıyor.
Bu söylem ve davranışla ikili, sade Kılıçdaroğlu’nun şahsını değil, CHP’ye oy veren, CHP çizgisini destekleyen tüm seçmenleri aşağılıyor.
“Aziz millet” ve “devlet”, şahısları nezdinde, sadece AKP’ye karşılık geldiği için; AKP’de “hakikati” görmeyenler; “Sus oradan!” kertesinde kale alınmamayı hak ediyor…
Basını, yargıyı çoktan kontrol altına aldılar.
Sıra… muhalefete ayar vermeye geldi.
Ana muhalefetin de giderek “Kunta Kinteleştirilmesi” ile operasyon tamamlanacak.

Totaliterleşme sinyalleri
Literatürde bu çeşit rejimlere ne var ki “totaliter sistem” adı veriliyor…
Muhalefeti tanımayan, düşünce ve ifade özgürlüğünü; farklı akıl ve fikirlerin olağan yarış içinde olma halini yadsıyan; toplumun tümüne bir “kutsal dava” kertesinde idealleştirilerek dayatılan “tek parti” düşüncesini işleyen rejimlere “totaliter” deniyor bu dünyada.
“Totaliter rejimlerde” yurttaşlardan kendilerini, “kutsanan parti görüşüyle” tartışmasız özdeşleştirmesi bekleniyor.
Bu mutlak birlik/bütünlüğün temini için, beyin yıkama doğrultusunda kullanılan medya organları tam teşekküllü propagandayla her dem harekete geçiriliyor.
Hizaya girmeyen, kontrol altında tutulan yargı ve polisiye tedbirlerle terbiye ediliyor.
Rağmen…
İtirazı sürdürenler; “hain” diye damgalanıyor.
“Biat” çarkının böyle fire vermeden çalışması için, “dış düşman”ın yanında bir dizi tabii “iç düşman” da yaratılıyor…
“İç düşmanların” varlığı, özgür tartışmaların hemen önünü kesen sürekli bir “seferberlik” halinin devamında bir emniyet supabı oluyor.
Ergenekoncusu, Balyozcusu, faiz lobicisi, paralelcisi, faşist Kemalisti… son dönemde ne çok “iç düşman” yaratıldığını düşünün…
Ve böyle bir sisteme ne kadar yaklaştığımızı görün.
Türkiye, hızla “hibrit” olarak adlandırılan otoriter rejimden, totaliter bir rejime doğru yol alıyor.
“Restorasyon” başka türlü nasıl tamamlanır ki?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları