Barış Doster

Avrupa’nın kararına karşı Türkiye ne yapmalı?

16 Mart 2019 Cumartesi

Önce Avrupa Parlamentosu’nun (AP), bağlayıcılığı olmayan, tavsiye niteliğindeki kararı çıktı. Oyçokluğuyla alınan karar, Avrupa Birliği’yle (AB) Türkiye arasında yürütülen üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını öneriyordu. Ardından AB, Suriyeli sığınmacılar için Türkiye’ye 1.5 milyar Avro vereceğini duyurdu. 2019 ve 2020 yılları için de, 560’ar milyon Avro olmak üzere, toplam 1.1 milyar Avro’dan fazla kaynak aktaracağını, 2021’de de bu miktarın altına düşmeyeceğini ilan etti.
Şunu kabul edelim. Ne Türkiye’nin AB üyesi olmaya niyeti var ne AB’nin Türkiye’yi almaya. O nedenle bu oyunu sürdürmenin gereği yok. Fazla uzadı. Çoktan bitmeliydi. AB üyesi olmadan, Gümrük Birliği’ne (GB) üye olan; yani kararların alındığı masada olmadan, alınan kararlara uymak zorunda kalan Türkiye, GB’yi tartışmaya açmakta da gecikti. Türkiye’yi üye yapmadan, GB sayesinde, Türkiye’nin iç pazarı, gümrük rejimi, dış ticareti üzerinde nüfuz kuran AB, Türkiye’yi tam üyelik vaadiyle bekleme odasında tutuyor. Bu sayede alabileceği tüm ödünleri alıyor. AP’nin kararı, iktidar “yok hükmünde” dese de, kaçınılmaz olarak, ikili ilişkilere, Türkiye’nin vize serbestisi yönündeki beklentisine, GB’nin güncellenmesi ve Türkiye aleyhindeki hükümlerin ayıklanmasını içeren talebine yansıyacak.

Türkiye seçeneksiz mi?
Türkiye’nin NATO ve AB üyeliğine karşı olduğumuzu ne zaman belirtsek, hep şu yanıtı alırız: “Peki, ya Türkiye’nin güvenliği ne olacak? Peki, ya insan hakları, hukuk devleti, özgürlük, demokrasi nasıl gelecek?”. Yanıtımız şudur: Bir ülkenin dış politikası, coğrafyasından, devlet kapasitesinden, ticari ilişkilerinden, eğer varsa enerji bağımlılığından bağımsız ele alınamayacağı gibi, iç siyasetindeki demokratik kazanımlar da, iç dinamiklerden, halkın siyasal-toplumsal-sınıfsal mücadelesinden, tarihselkültürel birikimden bağımsız düşünülemez. Türkiye; kendini savunmak için NATO’ya mecbur ve mahkûm olmadığı gibi, Türk Ulusu da demokrasi çıtasını yükseltmek için Avrupa’ya muhtaç değildir. Nasıl Milli Mücadele vermişse, kendini savunmuşsa, savunmaktaysa (hem de Batı’ya rağmen); demokrasi ve özgürlük çıtasını da kendisi yükseltecektir. Kendi isteğiyle, kendi emeğiyle, kendi iradesiyle ve kendisi hak ettiği için. Bunun dışındaki tüm formüller kolaycıdır, geçicidir, ithaldir. Dolayısıyla, yerli ve milli değildir. Onurlu ve kalıcı da değillerdir. Osmanlı’daki Tanzimat aydınlarının büyük bölümünün, Mütareke döneminde Anadolu Hareketi’ne sırtını dönen kadroların açmazı budur.
Dev ve devrimci önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, 6 Mart 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmada, bu açmazın neden ve sonuçlarını sıralamıştır.
Avrupa emperyalizmine ve ülkeyi yönetenlerin edilgen, çekingen, korkak tavrına dikkat çekmiştir. “Hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür” demiştir. Büyük düşünürümüz Doğan Avcıoğlu da, “Pabuççu Muştası” adlı makalesinde, bu durumu mükemmel anlatmıştır.
Kıssadan Hisse: Türkiye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü, çağdaşlaşması, kalkınması, demokratikleşmesi için gerekenler, kendi tarihinde ve Cumhuriyet Devrimi’ndedir.    



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları