Uzlaşmasız Ülkede, Aramızda Uzlaşmak...

14 Ekim 2014 Salı

Pazar günü, Sevgili Tuncay Özkan ve Oda TV davası mağduru değerli aydın, genç gazeteci Barış Terkoğlu’yla beraber Memleket Sevdalıları Derneği’nin düzenlediği panelde Yunus Emre Kültür Merkezi’nde ana ekseni Türkiye siyaseti ve “uzlaşma kültürü” olan bir panele katıldık. Salon tamamen coşkulu ve kararlı “Cumhuriyetçi demokrat” olarak özetleyebileceğimiz bir kitle ile doluydu.
Tuncay’la olan eski siyasi dostluğumuz ve doğal dayanışmamız, Silivri yıllarından sonra kardeşliğe dönüştü. Ona yapılan haksızlıklar, yalnız hükümet veya “paralel yapı”dan gelmedi. Tuncay’ın deyimiyle “en yakınında olan ve kendi yetiştirdiği bazı gazeteci gençlerin üç kuruş para için yaptıkları ihanet” kendisini en çok üzen gelişme olmuş o dönemde. Tabii o yıllarda dışarıdaki ortama baktığımda, genç veya yaşlı fark etmez, geride duran gazeteci takımında dağları saran korkular vardı. Üç ayda bir evler basılıp yeni “sorti”ler (!) yapılırken, demokratik mücadele arkadaşlarını hatırlayan insanlar büyük bir hızla azalmıştı. Her Silivri’ye gittiğimde, Tuncay’la, Balbay’la, Doğu Perinçek’le ve tüm diğer dostlarla uzaktan bağıra çağıra konuşmak, sevgi işaretleri yollamak, jandarmaların baskısı ve ortamın 2. Dünya Savaşı kokuları arasında süren ağır bir ritüeldi. Pazar günü o toplantıda da söylediğim gibi, şimdi o yol arkadaşlarımla beraber konuşabilmek, tartışabilmek, onlara rahatça dokunup sarılabilmek, sonsuz değerli bir hazine, bunu da hiç unutmamamız lazım. Bizim adımıza o nöbeti tutanları da, o günlerde yazıları ve eylemleriyle dışarıda dik duranları da hiçbir zaman unutmayacağız tabii ki.
Tuncay özetle tutkulu, heyecanlı, romantik, ölümüne kararlı bir insan. Yaptığım konuşmada en çok güldüren sözlerim CHP ile ilişkimiz etrafında söylediklerimdi: Belki hatırlayacaksınız, Tuncay’a yöneltilen eleştiriler arasında en komiği “CHP’yi ele geçirmeye çalışması”ydı! Tuncay’ın, o partide genel sekreterlik istediği haberleri medyada duyulmuş, “kötü niyet” (!) böylece açığa vurulmuştu. “Ben de CHP’yi ele geçirmek için genel başkan adayı olmuştum, aynı suçtan mustaribiz. Meğer Ergenekon davası, CHP’yi bizim gibi insanlardan korumak için yapılmış” diye özetledim durumu!
Panel başlamadan önce Türkiye’de “uzlaşma kültürü”nün olmamasını en acı şekilde gösteren bir görüntüler dizisi aktı ekrandan. Yine içimiz burkuldu. Siyasi, etnik, mezhepsel hoşgörüsüzlük, kadınlara yönelik ağır şiddet, başka canlıları öldürmekten, işkence etmekten zevk alan bir toplum olma yolunda 2000’li yıllarda büyük bir ivme kazandık! Türkiye’de hoşgörü, özellikle AKP döneminde “türbanın ve dindarların önünü her yerde açmak” olarak görüldü! CHP de maalesef buna biraz seyirci kaldı. Alkol, sanatta çıplaklık, sansürler, yaşam tarzı baskıları ve bunun gibi çağdaş hakların korunmasında ana muhalefet partisi son derece çekingen bir tavır gösterdi. Böylece “demokrasi mücadelesi” işçi hakları veya yolsuzlukla mücadele çağrıları dışında tek yönlü olarak, dinin dokunulmazlığının demokrasi kelimesi ile neredeyse özdeşleştiği bir alan haline geldi. Ayrıca Türkiye’yi ayakta tutan ana tutkal olan Atatürkçülük, 90’lı yıllarda sabahlara kadar süren sözde tabu kırıcı tartışmalarda sulandırılıp çözüldükten sonra, ülke 2. cumhuriyetçi ve “yetmez ama evetçi”lerin medya baskısı altında beyni yıkanan bir yeni kuşağa geçiş yaptı. Türban, yobazlık, dincilik, demokrasinin anahtar kelimeleri olurken Kemalizm tutuculuk veya muhafazakârlık olarak sorumsuz medyacıların diliyle tescillendi.
Bugün artık iktidar için tek uzlaşma, kendi boyunduruğuna teslim olanlarla gerçekleşebiliyor. Ya benim gibi ol ya da kaybol! Kadrolaşmanın yanı sıra normal liselerin zorla imam hatibe dönüştürülmesi ve süregelen yeni nesli “kindar/ dindarlaştırma” çabaları, zaten halkın kötümserliğini artıran faktörler. Şimdi pazar günü hükümetin envai çeşit vaat ve baskıyla elde ettiği HSYK sonucu ve parlamentoda çok yakında yasalaştıracağı polisin yetkilerini ve muhalif eylemci gruplara cezaları katlayan yeni yasayla, baskı daha da artacak. İşte bu ortamda dahi, bizler ayakta durmaya, siyasete güvenmeye mecburuz. Tuncay, CHP’yi Türkiye’nin ayakta son kalesi olarak tanımladı, moral verici konuşmasında. Ben de ona katılırken, kritik 2015 seçimi öncesi, CHP’nin artık merkezi sistemle her adayını seçen ilkel görünümünden (Bkz. Çankaya!) uzaklaşması gereğini tekrar vurguladım. Yani uzun lafın kısası; kafa kesiciler, bölücüler ve sıfırlayıcılarla kuşatılmış olduğumuz günlerde, önce aramızda uzlaşmayı başaracağız ki sahte uzlaşmacılara hak ettikleri direnci gösterelim! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları