Olaylar Ve Görüşler

Yüksek Seçim Kurulu ve anayasal görevi -2

20 Mart 2019 Çarşamba

Yüksek Seçim Kurulu (YSK), Türkiye’de seçimlerin düzen içinde, dürüstlük ve eşitlik ilkelerine uygun biçimde yapılmasını güvence altına almak üzere görevlendirilen tek kurumdur. Ancak, bir dönemden beri görevini bırakmış görünüyor. Yazının bu bölümünde ise YSK’nin bundan sonra ne yaparak eski haline getirilebileceği açıklanıyor.

6) Oysa seçimlerin başlangıcından itibaren, “seçimlerin dürüstlük ve eşitlik ilkelerine uygun bir biçimde yapılmasını güvence altına almak üzere görevlendirilen ve yetkilendirilen” tek kurum olan YSK’nin neler yapması gerekirdi?
Seçmenlerin siyasi tercihlerini serbestçe yapabilmeleri, seçimin başlangıcından oy verme gününe kadar geçen süre içinde adaylar hakkında yeterli bilgi edinmeleriyle mümkün olabilir. 1982 Anayasası’nın 67. maddesinde yer alan serbest oy kuralı bu hususu da kapsamakta ve onu yargı gözetimi ve denetimi altına almaktadır. Keza Anayasa’nın 79. maddesi, YSK’ye, seçmen tercihlerinin tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk kurallarına uygun oluşmasını sağlama görev ve sorumluluğu vermektedir. Nitekim 1119 ve 1123 sayılı YSK kararlarında da, tüm bu kurallar tekrarlanmıştır.
Karşılaştırmalı hukuka bakıldığında, seçimlere ilişkin kabul edilen kuralları düzenleyen yasa hükümlerinin uygulayıcısı olan kurumlar tarafından, özellikle ABD, İngiltere ve Fransa uygulamalarında, “demokratik kurallar ve gelenekler” uyarınca, seçim yarışına katılan her siyasal aktörün, eşitlik ve tarafsızlık kuralından tam olarak faydalanabildiği görülmektedir.
Bu itibarla YSK’nin, seçmenin tarafsız, doğru ve gerçek şekilde bilgilenmesini sağlamaya ilişkin asıl anayasal görevi, yasalarda yer alan soyut kurallara yer verdikten sonra bunları hayata geçirecek olan uygulamanın objektif kriterlerini belirlemektir. Bu ölçütlerin belirlenmemesinin tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerinde keyfiliğin ortaya çıkmasına sebebiyet verdiği açıktır.
Seçimlere ilişkin kanunda yer alan genel kurallar ve 2954 ve 6112 sayılı kanunlardaki özel düzenlemelerle birlikte ele alındığında ise yayın ölçütlerinin belirlenmesinde, yetkinin YSK’ye ait olduğu görülmektedir. Bu konuda yasa boşluğunun olduğu ileri sürülemez. Zira 1982 Anayasası’nın 67. maddesi, ardından 79. Maddesi, bu hususta YSK’ye “tüm işlemleri yapma ve yaptırma yetkisini ve sorumluluğunu” yüklemiş bulunmaktadır. Bu yönde, YSK’nin anayasadan kaynaklanan görevini yerine getirmemesi, açıkça 298 sayılı kanunun 138. maddesinde yer alan cezai sorumluluğun doğması sonucunu ortaya çıkaracaktır.
7) Bunun yanı sıra, “seçimlerin eşitliğini ve dürüstlüğünü” engelleyen bir diğer ve esas sorun, 2017 sonrası ortaya çıkan “Türkiye’ye özgü yeni hükümet sistemi” yani “bir siyasi partinin başkanı olan Cumhurbaşkanı” olgusu karşısında YSK’nin tamamen duyarsız kalması, görmezden gelmesidir. Ve bu durum, açık olarak, seçim yarışının adil ve dürüst yapılmasını engellemektedir.
6771 sayılı Anayasa değişikliği hakkında kanunla, parlamenter sistem yürürlükten kaldırılmış, yasama ve yürütme organlarının oluşum, görev, yetkileri ile bu organlar arasındaki ilişkiler tamamen değiştirilmiştir. Bu itibarla propaganda sürelerinde eşitlik esasının uygulanması açısından, Cumhurbaşkanı’nın değişen statüsü ve siyasal konumu mutlaka dikkate alınmalıdır.
Yeni hükümet sisteminde, siyasal olarak taraf ve kararlarından, eylem ve işlemlerinden sorumluluk taşıyan bir Cumhurbaşkanı benimsenmiştir. Ve yürütme organının başındaki tek kişi olan Cumhurbaşkanı, seçim döneminde de faaliyetlerini sürdürmektedir. Kuşkusuz bunlar olağan yürütme fonksiyonunun gereği olabileceği gibi, görüldüğü gibi seçimleri de konu alabilmektedir.
Bu da seçimlerin siyasi parti adayları arasında eşit koşullarda yapılmasının önüne geçmektedir. Örneğin 298 sayılı kanunun 60, 61, 64 ve 65. maddelerinde yer alan düzenlemelere ve özellikle “ilan ve reklam yerleri ve toplu taşıma araçları ile ilgili yasakları düzenleyen” madde 61’e karşın “toplu taşıma araçlarında ve yerlerinde yapılan yayınlara” ve “her yere asılmış ilanlara, koca koca resimlere” bir bakın. Şehirlerin her yerinde dev reklam afişleri, üzerinde “Parti başkanı olan Cumhurbaşkanının resimleri”. Sonra Cumhurbaşkanı, her toplantıda, diğer parti başkanlarını doğrudan hedef alan konuşmalar yapıyor. O konuşmalar, tüm radyo ve televizyonlarda önce naklen, sonra tekrar veriliyor. Ve diğer partilerin bunlara ilişkin yanıtları ya hiç verilmiyor ya kısacık veriliyor. Ve YSK, “Cumhurbaşkanını denetleyemem” gerekçesiyle tüm bunları görmezden geliyor.
Ve bu durum, “seçmenlerin iradelerinin, açıkça Cumhurbaşkanının propagandası ile tek taraflı olarak şekillenmesi” sonucunu doğurmaktadır. Oysa Anayasa’nın 79. maddesi bugün için de geçerlidir. Ve YSK bu yeni durumu; “Cumhurbaşkanının bir siyasi partinin başkanı olduğunu”, görmezden gelerek değil, tam tersine “bu durumu bilerek” karar vermek durumundadır.
Bunu da, “Cumhurbaşkanını engelleyerek”, “toplantı yapmayın” diyerek yapmasını, tabii ki kimse isteyemez. Ama Cumhurbaşkanının, siyasi faaliyetlerinin, hiç sınır olmadan ve diğer siyasi parti başkanlarına kesinlikle tanınmayan ve izin verilmeyen ölçülerde (içeriği ve biçimi itibarı ile) saatlerce, naklen ve kayıttan, yayımlanmasını görmezden gelmek değil, tam tersine yayın sınırı ve koşulları getirmek zorundadır.
Cumhurbaşkanı, bir siyasal partinin başkanı olabilir, partisini her durumda başarılı kılmaktan başka bir şey düşünmeyebilir, bu amaçla hiçbir sınıra uymamayı tercih edebilir, ancak YSK yine de, “seçimlerin eşitlik, düzen ve dürüstlük ilkeleri içinde yapılmasının” tek sorumlusu ve anayasal açıdan yetkilisidir. Ve görevini kötüye kullanmamakla yükümlüdür. Bu kadar açık...

-BİTTİ-

Prof. Dr. Süheyl Batum



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları