Zafer Arapkirli

Demokrasi üzerine

25 Mart 2019 Pazartesi

Kafamızı, gömdüğümüz iç âlemimizden kaldırıp bir an için dışarı baktığımda, Büyük Britanya’nın başkentindeki “Million People March”ı gördüm, cumartesi günü.
Londra’da yürüyen, yaklaşık 1 milyon kişiye ulaştığı söylenen kalabalığın ellerindeki pankartlarda, dillerindeki sloganlarda “referandum” talebi vardı. “Nasıl yani?..” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Haklısınız. Aynı ülke 2016 yılının haziran ayında referandum yapmadı mı? Ülkenin Avrupa Birliği’nden ayrılmasını oylamadı mı? Ve (kabaca) yüzde 48’e karşı yüzde 52 oyla “Çıkalım” demedi mi? Yani, aradan daha 3 tam yıl bile geçmeden, “Onu saymeyoz. Bi daha oylayalım” demenin âlemi var mı?
Dün Londra’nın caddelerinde haykıran 1 milyon kişiye sorarsanız, “Evet.. Var..”
İyi de, yaklaşık 17.5 milyon kişinin 2016 Haziranı’nda kullandıkları “Evet” (AB’den çıkalım) oyu ne olacak? Bir daha, bir daha, o da olmadı bir daha oylama yaparak nereye varabilir toplumlar?
“Sandık demokrasisi”nin en büyük açmazı da burada yatıyor işte. Ortaya ahşap (ya da plexiglas) bir kutu koyup, insanlara oy attırıp, sonunda da istediğiniz kadar açık ve şeffaf bir şekilde zarfları-pusulaları sayıp kasabanın meydanında davulla ilan ettiğinizde iş bitmiş oluyor mu? Yani, “Demokrasi-halk iradesi tecelli etmiş, maksat hasıl olmuş” oluyor mu?
Hele ki, yüzde 52-48, 51-49 gibi “bıçak sırtı” gibi skorlar söz konusu ise? Yani, çıkan sonuç bir anlamda yarı yarıya “onlar ve biz” gibi, birbirine yaklaşık eşit iki kamp, eşit ve karşıt iki kütle oluşturmuşsa?
İnsanlığın, yüzyıllardır ama özellikle de 20’nci yüzyıl artı geçen 19 yıl boyunca yanıtını henüz tam olarak bulamadığı bir soru bu. Hâlâ da arıyor ve aramaya devam edecek gibi görünüyor.

Sandık ne işe yarıyor?
Gerçek adı Samuel Langhorne Clemens olan Amerikalı yazar Mark Twain, şöyle buyurmuştu, yüz küsur yıl önce:
“Oy vermekle bir şeyler değişebilir olsaydı, zaten vermemize izin vermezlerdi…”
Bence de mesele oy kullanma “hakkımız” olmasında değil. O oyun, a) Nasıl ve hangi koşullarda kullandırıldığında, b) Sonuç belli olduğunda iktidarı, yani karar alıcıları belirlediğimiz zaman onların ne yapacağında gizlidir.
Bir başka deyişle: “Oylarımızla tayin ettiğimiz iktidar, mührü temsil ettiğimiz Süleyman (tamamen mahut atasözünden kaynaklı temsili bir isim-kimse üzerine alınmasın) nasıl biridir? O mührü nasıl kullanacak? Bizi, yani ülkeyi nereye götürecek?” Bütün mesele budur.
Tarihin en iz bırakan devrimcilerinden Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin), “Kapitalizm koşullarında özgürlük denen şey, eski Yunan’dan beri hiç değişmemiştir… Köle sahiplerinin ayrıcalığıdır...” der.
Özetle: Bir tişörtün göğsüne “Oy Kullanıyorum. O Halde Özgürüm” diye yazdırıp gönül rahatlığı ile dolaşabilir misin, canım kardeşim?
Mesela, Amerikalı ünlü bilimkurgu yazarı Robert Anson Heinlein çok da haksız mıydı, “Tarihte, çoğunluğun haklı olduğu bir tek örnek gösterebilir misiniz…” derken?

Dönelim kendi ‘köyümüz’e
Bunca beyin kıpraştırmasından sonra, dönelim buraya. Gelecek hafta bu saatlerde, (son anda fikir değiştirmezlerse) oylarımız sayılmış ve sonuç ortaya çıkmış olacak.
Bir kez daha kayıtlara geçmesi için tekrarlayayım: Ben, tarih boyunca yapılmış ve insanoğlunun becerebileceği “en eşitliksiz, en adaletsiz ve en hileli-onursuz-şaibeli ortamda gidilen seçimlerden biri” olduğuna inandığım için çıkacak sonucu meşru görmeyeceğim. Ama bir yandan da hem bu koşulları kabullenip, hem haksızlığını teyit edip, hem de boynunu kasabın satırına uzatırcasına sandığa gittikten sonra “Saymeyyooz” diye haykıracaklara, 96 yıl önce söylenmiş Yosif Visaryonoviç Cugaşvili’nin (Stalin) şu ünlü sözünü hatırlatmış olayım:
“Oyları kullanan değil, sayan önemlidir…”
Yani demem o deme ki, canım kardeşim:
“Sayan” gerçekten sen olacağın güne kadar…
İşin zor. Kolay gelsin.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları