Aydın Engin

Makul Akıldan Gelir... Ya Akıl Tutulmuşsa?..

20 Ekim 2014 Pazartesi

Kimseye sataşmayayım, laf çarptırıyor gibi görünmeyeyim, aklımdan geçirmesem bile “Bak işte, beni kastetti bu herif” dedirtmeyeyim.
O yüzden kendimden yola çıkacağım:
Ben “makul şüpheli” miyim?
Yani polisin gözünde makul şüpheli olmak için gerekli koşullara sahip miyim? 
Malum, “makul” akıldan geliyor. Yani soruyu şöyle de sorabilirim:
Yasada yapılmakta olan son değişikliklere göre kendisine yetki tanınan polisin aklına göre ben şüpheli bir yurttaş sayılabilir miyim?
Valla ben kendimi sütten çıkmış kaşık kadar temiz bir yurttaş olarak görüyorum ama bu konuda akıl yürütecek ve o akla göre karar verecek olan ben değilim, polis ya da sulh ceza yargıcı…
Peki, benle ilgili polis nasıl akıl yürütür?
Bakın, bilenler biliyor, 1992 - 2002 arasında da ben Cumhuriyet’te çalıştım. Üstelik hangi akla hizmetse (Bakın yine akıl girdi işin içine) beni gazeteye yazıişleri müdürü yaptılar. Resmen yazıişleri olmak için bazı belgeler gerekiyormuş. “Git adliyeden sabıka kaydını çıkar getir” dediler. Gittim. Bu işe bakan memur kimlik bilgilerimi aldı; bilgisayara kaydetti ve sabıkamı sorgulamaya başladı. Bilgisayarın bağlı olduğu printer birden matbaa makinesine dönüştü; ha bire basıyor. Sonunda memur bir tomar (okkalı bir tomar) kâğıdı önüme koydu ve içten bir merhametle konuştu:
- Beyim sen yanmışın da ağlayanın yok…
O kâğıt tomarıyla gazeteye dönerken yolda sabıka kaydımı okudum.
Oh-hoooo… Say sayabildiğince:
Bir sınıfın başka bir sınıf üzerinde tahakkümünü tesis maksadıyla propaganda yapmak… Sınıfları tehlikeli şekilde kin ve adavete teşvik… Atatürk’ü Koruma Kanunu’na muhalefet… Hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif etmek… Yabancı devlet başkanına (İran Şahı kastediliyor) ağır hakaret… Kürt halkı tabirini def’aten kullanarak bölücülük propagandası yapmak…
Sabıka kaydı için bu kadarı yeter herhalde. Buna yedi sekiz defa hapishaneye girip çıkmışlık ekleyin…
Bu ülkede “polis aklı” beni bal gibi ve haklı olarak makul şüpheli sayabilir.
Mesela “Sizin (onlar aslında “senin” der ama kibarlık bende kalsın) bu hükümeti devirmek maksadıyla fikir yürüttüğünüz, yol yöntem aradığınıza dair bizde makul ölçülerde şüphe var. Evinizi arayacağız” diye kapıya dikilebilirler. Şu anda TBMM fırınında pişmekte olan yasa, polise bir yargıç kararı olmadan da bu yetkiyi veriyor.
Kapı çalındı. “Aç polis” diye de devamı geldi.
Ne yapacağım?
İki gündür sivil itaatsizlik üstüne yazıyorum. Talkın verip salkım yutar duruma düşecek değilim herhalde.
Yani kapıyı açmayacağım.
E, kırar da girerler. İyi ya işte. Bu mantıkla kırılan her kapı, kapısı kırılanı değil kapıyı kıranı lekeler, demokrasi dersinden sınıfta bırakır.
E peki, “Kapıyı açmadı, polise direndi” diye içeri atarlar.
İyi ya işte… Kaç gün yatırabilirler? Yatılan her gün, yatanı değil, yatıranı lekelemez mi? Kazanan demokrasi olmaz mı?

***

Sivil itaatsizlik kanuni bir eylem değildir. Ama sonuna kadar meşru bir eylemdir.
Kanuni ve meşru kavramları Batı dillerinde legal ve legitim terimleriyle karşılanıyor. Arı Türkçede karşılığını bilemedim; aradım bulamadım.
Hindistan’da Mahatma Gandi sivil itaatsizlik eylemleriyle hiç şiddet kullanmadan İngiliz emperyalizmini yendi; ülkesini bağımsızlığa taşıdı. Tek başına ya da onunla yan yana yürüyenlerle birlikte yaptıklarının hiçbiri yasal değildi, yani suçtu; ancak sonunda bütün dünya kamuoyunu yanına çekecek kadar da meşru idi.
Nelson Mandela ırkçı Güney Afrika Cumhuriyeti’nin çıkardığı kanunları bile bile çiğnedi. Gözünü kırpmadan, hiç mızmızlanmadan bedel ödedi; yıllarca hapis yattı ve sonunda ırkçı bir rejime direnmenin meşruiyetinden aldığı güçle ülkesini ırkçılık ayıbından arındırdı.
Peki, demokrasisi epey kusurlu, yurttaşların özgürlüğü epey kısıtlı Türkiye’de sivil itaatsizlik eylemlerinden söz edilebilir mi?
Hem de nasıl!..
1969’da Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) çağrısı üstüne gerçekleşen öğretmen boykotu, 1995 yılının mart ayında DGM savcısının dava açtığı “Düşünceye Özgürlük” adlı kitabın, 1080 kişinin imzasıyla yeniden yayımlanması, Bergama köylülerinin altın madenine karşı eylemleri, Cumartesi Anneleri’nin bitmeyen inadı ile her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda buluşmaları ilk ağızda akla gelen, bir çırpıda sayılıveren sivil itaatsizlik eylemleridir.
Yani yurttaşın buluşu, yaratıcılığı ile renklenen ve etkisi artan eylemlerden söz ediyoruz. Gereğinde bedel ödemekten çekinmeyecek cesur yurttaşlarca gerçekleştirilecek eylemlerden…
O cesur yurttaşların bu ülkede var olduğunu ve sayılarını hiç de az olmadığını bilmenin güveniyle bu diziye dönen Tırmık’ı noktalayayım.

***

Sayın savcı(lar) için not: Sivil itaatsizlik üstüne art arda üç Tırmık yazdım. Bu yazılardan yurttaşları yasalara uymamaya teşvik ettiğim sonucu çıkarmamalısınız. Ben sadece “sivil itaatsizlik” kavramı üstüne, bilmeyenleri bilgilendirme amaçlı üç yazı yazdım. Yani yaptığım masum bir “kültürel katkı” çabası. Ama siz ille de bu yazılarda da “makul şüpheli” arayacak ve bulacaksanız sizlere kolaylıklar dilemekten öte sözüm elbette yok…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları