78'liler... / 4

01 Ekim 2008 Çarşamba

Gün geçmiyordu ki bir gencin ölüm haberi gelmesin, bir yer bombalanmasın, bir kahve taranmasın, bir baskın olmasın...

 

Katliam: Sıradan bir sözcük

78 gençliğinin içini kaplayan devrim ateşi, sokaklara başka türlü yansıyordu. Gün geçmiyordu ki bir gencin ölüm haberi gelmesin, bir yer bombalanmasın, bir kahve taranmasın, bir baskın olmasın...

Çok klasik söylemle sağ-sol çatışması gibi gösterilen terör ortamı, özünde daha farklı bir zemine oturuyordu. Solun devrimci duruma bir an önce ulaşma heyecanına karşılık sağ yelpazenin ülkeyi komünistlerden temizleme güdüsü vardı. “Katliam” olarak anılan eylemlerin hemen tümü pek çok karanlık odaktan beslenen faşist saldırıların eseriydi.
Devrimci gençliğin, özellikle gecekondu semtlerinde yoğunlaşan etkinliklerinden sonra bu bölgelerde ağırlığının artması, ne dönemin polis-devlet yapısının kabul edebileceği bir şeydi ne de radikal sağ örgütlerin...

O dönemin iz bırakan katliamlarını sıraladığımızda durum daha net ortaya çıkacaktır... Her katliam haberi üniversitelere bir bomba gibi düşüyordu. O gün eğitimin yapılıp yapılmaması bir yana.. olayın nasıl protesto edileceği bile yeni gerilim konusu oluyordu. Bu katliamlar, hedefin tüm Türkiye’yi karışıklığa sürüklemek olduğunu açıkça gösteriyordu. Böylesi saldırılarla karşı karşıya kalan gençlik örgütleri ister istemez kendilerini koruma güdüsüne girdiler. Bunu, yer yer karşılıklı çatışmalar izledi.
Terörün asıl ateşleyicisi o dönem yayın organlarına da “katliam” olarak yansıyan saldırılardı. Bu saldırıları düzenleyenlerin bir bölümü yakalandı. Bir bölümünün faili saptandı ama yakalanamadı... Önemli bir bölümü de ne yazık ki hâlâ faili meçhul. Katliamlarda aktif rol alanların ortak paydasına baktığımızda şunu söyleyebiliriz:
Türkiye’yi tam bir kaos ortamına sürüklemek isteyenler eleman gerektiğinde, adeta “depo” gibi dönemin Ülkü Ocakları’nı kullandılar.

Kimi terör eylemlerinin ise bu tür örgütleri de aştığı, daha derin planlamaların eseri olduğu görüşü, olayları ayrıntılı irdeleyen herkesin ortak paydasıydı...
O günlerin korku iklimini ortaya koyması bakımından iz bırakan kimi katliamları anımsatalım... Bu olayların tümünün 70’lerin son birkaç yılına sığdığını düşünmek, ayrıca ürkütücü...



• K.Maraş Katliamı

12 Eylül öncesinin en korkunç kıyımlarından biri Kahramanmaraş’ta yaşandı. Kent, Alevilerin ve Sünnilerin birlikte yaşadığı illerimizden biriydi. Özünde halkın birbiriyle sorunu yoktu. İle bir film geldi:
Güneş Ne Zaman Doğacak.

Sağcıların ilgi gösterdiği filmi oynatan sinema 19 Aralık 1978’de faşistlerce bombalandı. Haber ilde misket bombası etkisi yarattı. Kulaktan kulağa şu haber yayıldı:
“Solcular sinema bombalamış...”

21 Aralık’ta devrimci gençlerinden TÖBDER’ine sol kesimin gittiği bir kahvehane bombalandı. Mustafa Yüzbaşıoğlu ve Hacı Çolak adlı iki TÖBDER’li öğretmen yaşamını yitirdi.

Cenazelerinin görkemli olacağı belliydi. Bunu kullanıp, kentte tam bir kargaşa yaratmanın zamanıydı. Cenaze için toplanan kalabalığın üzerine camilerden çıkan insanlar yürüdü. “Bir Alevi öldüren 5 kez cennete gider” diye haykıran provokatörler vardı. Bir cennet değil, beş cennet vaat ediyorlardı! Saldırılacak bütün işyerleri önceden belirlenmişti! Adrese teslim saldırı düzenleniyordu. 23 Aralık 24’e dönerken Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Mağaralı, Yörükselim, Yenimahalle, Serintepe mahalleleri yerle bir olmuştu. Sonuç:
111 ölü, yüzlerce yıkılmış bina...



• 1 Mayıs Katliamı

1 Mayıs 1977’de Taksim’de İşçi Bayramı’nı kutlamak için toplanan yüz binlerce insan alana sığmıyordu. Taksim alanı dolduğunda Beşiktaş’tan yola çıkmaya hazırlanan yeni gruplar vardı. Öylesine yığınsal bir kutlamaydı. İşçi Bayramı toplumun bütün kesimlerine mal oluyordu. Dönemin en büyük örgütlü gücü DİSK’in Genel Başkanı Kemal Türkler konuşmasının sonuna doğru heyecanlı bir yerindeydi... Kalabalık Taksim’in dört bir yanında dalga dalga haykırıp susuyordu... Tam o sırada birkaç el ateş sesi duyuldu. O ortama en yabancı şeydi... Ortalık birden ana baba gününe dönmüştü. Sular İdaresi’nin çatısı, Intercontinantal Oteli’nin çatısı garip gölgelerle doluydu. Gölgelerin ucundan çıkan alevler kalabalığın üzerine ölüm olup yağıyordu. Dağılma bölgelerinin en dar yeri Kazancı Yokuşu’ydu. Bir baraj seti gibi alandan akan insanlar yokuştan inmeye çalışıyordu. O da ne? Allah’ın belası bir kamyon yolun tam ortasında durmuştu. O sırada beyaz bir Reno’dan ateş edildiği görüldü. Kazancı Yokuşu, ölüm tüneline dönmüştü...
Hâlâ, 70’lerin karanlık sayfalarından biri olarak duran 1 Mayıs katliamında yaşamını yitirenleri bir kez daha analım:

Bayram Çıtak, Mürtecim Oltulu, Kahraman Alsancak, Dilan Nigis, Mustafa Ertan, Hüseyin Kırkın, Ali Fuat Özkas, Ercüment Gürkut, Bayram Sürücü, Kadir Balcı, Nazmi Arı, Ali Sıdal, Jale Yeşil Nil, Leyla Altınparmak, Niyazi Darı, Bayram Neyir, Hikmet Öztürkçü, Ömer Harhan, Aleksandro Koteas, Meral Özkol, Hasan Yıldırım, M. Ali Gençoğlu, Garabet Ayhan, Ziya Baki, Rasim Elmas, Kadriye Duman, Nazan Gülaldı, Mustafa Elmas, Kenan Çatak, Sibel Açıkalın, Hacer İpeksaman, Atilla Özbilen, Ramazan Sarı, Hatice Altın, Hamdi Toka, Ahmet Gözükara.



Katliamlar...

• TEPECİK Ankara’nın Tepecik semti, Mamak ilçesinde yoksul insanların yaşadığı bir bölgeydi. Devrimci gruplar semtte giderek ağırlığını arttırıyordu. Bölgedeki yükselişi kırmak gerekiyordu! Kime, hangi kesime olursa olsun, saldırı hedefine ulaşmış olurdu. Öyle yapıldı. 8 Ağustos 1978 günü Tepecik yönüne giden bir belediye otobüsü tarandı. Otobüstekilerden 3’ü öldü, 20’ye yakın yaralı vardı. Yüzde 95’ini gecekonduların oluşturduğu Mamak sık sık bu tür saldırılarla karşı karşıya kaldı.

• BALGAT Balgat, 70’li yılların ikinci yarısında politize olan semtlerden biriydi. 10 Ağustos 1978’de akşam saat 22.00’ye doğru 4 kahvehane tarandı. 5 kişi öldü. Yaralı sayısı 10’un üzerindeydi. Saldırıyı düzenleyenlerden Mustafa Pehlivanoğlu ve İsa Armağan yakalandı. Pehlivanoğlu, 12 Eylül’de idam edildi. Armağan yurtdışına kaçtı. Daha sonra yakalandı.

• BEŞİKTAŞ Beşiktaş’taki Barbaros Kahvehanesi’nde 16 Aralık 1979’da büyük bir patlama meydana geldi. Kahvehane sol görüşlü öğrencilerin yoğun olarak gittiği yerdi. O dönem, kahvehaneler başlıca buluşma mekânları arasındaydı. Barbaros Kahvehanesi 1979 biterken 5 öğrenciye mezar olmuştu.

• ŞAVŞAT Artvin ve çevresi bir bütün olarak 70’li yılların sol kalesiydi. Solun nefesi Çoruh’un gürlüğüyle yarışacak güçteydi. 23 Temmuz 1979’da miting dağılımı sırasında, yani insanların dikkatlerini büyük ölçüde yitirdikleri, bir başka deyişle bir arada olmanın kıvancını en yoğun biçimde hissettikleri bir anda halkın üzerine ateş açıldı. 5 ölü, 40’a yakın yaralı. İlçenin güvenlik görevlisi göreve başlamadan hemen önce şunu söylemişti: “Şavşat’ı vatan toprağına katmaya geldim.”

Bu söz ne yazık ki o dönemin sık kullanılan çıkışlarından biriydi. Eğer bir yerleşim yeri solun kalesi haline gelmekteyse ve burası değişik provokasyonlarla çevrilecek bir yerse bu söylem ayrıca işe yarıyordu!

• BAHÇELİEVLER Dönemin en vahşi cinayetlerinden biriydi. Ankara’nın Bahçelievler semtinde oturan 7 TİP’li gencin evi 8 Ekim gecesi basıldı. Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’nın da aralarında bulunduğu vahşet eylemcileri gençlerden üçünü kurşuna dizdi, birini havluyla boğdu, İkisi de Eskişehir yolunda ölü bulundu. Latif Can, Hürcan Gürses, Salih Gelenci, Nuri Uzunlar, Efraim Ezgin, Faruk Esen ölmüştü. Ağır yaralı Serdar Alten olaydan birkaç gün sonra yaşamını yitirdi.

• 16 MART En kanlı olayların yaşandığı 1978 yılında İstanbul Üniversitesi’nin devrimci öğrencileri okula toplu halde gidiyor, toplu halde ayrılıyordu. 16 Mart günü de toplu halde kampustan ayrıldılar. Çıkışta kısa boylu bir kişi “Kahrolsun komünistler” diye bağırarak bomba attı. Organize saldırının devamında araçların arkasından öğrencilerin üzerine otomatik silahlarla ateş edildi. Sonuç korkunçtu: 6 öğrenci öldü, 100’den fazlası yaralandı.
Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Cemil Sönmez, Hatice Özen, Baki Ekiz, Hamit Akıl, Ahmet Turan Ören 17 Mart günü arkadaşlarının yakasında birer fotoğraf olarak yer alıyordu!

• KAYSERİ Kentin Mimar Sinan Mahallesi’nde sol görüşlü öğrencilerin yoğun olarak gittiği kahvehaneye 8 Kasım 1979’da baskın düzenlendi. 5 kişi yaşamını yitirdi, 10’a yakın yurttaş yaralandı. Olay Kayseri’nin yanı sıra çevresindeki yerleşim yerlerini de derinden etkiledi.

İNCİRALTI İzmir, 70’li yıllar boyunca solun kalesi olarak kaldı. 1980’e girildiğinde de tablo aynıydı. Kimi gerilimler genellikle solun kendi içindeki çelişkilerden kaynaklanıyordu. 12 Haziran 1980’de üniversite sınavına girecek öğrenciler için İnciraltı öğrenci yurtlarında bir moral gecesi düzenlendi. Akdeniz Olimpiyatları için inşa edilmiş olan yurt binaları eşitlerine göre son derece konforluydu. Moral gecesi de görkemli geçiyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde öğrencilerin üzerine güvenlik güçlerinin bulunduğu taraftan ateş açıldı. 6 öğrenci yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı.



Öğretmenimizin Cenazesinde

Sıkılan kurşunlar, aynı zamanda gençliğin hayallerineydi. “Yapamazsınız”, “Boşuna uğraşmayın”, “Ne sizi ne hayallerinizi yaşatırız” diyorlardı... Gençler yine de gelecek güzel günlere inanıyorlardı. Evet, bugün karanlıktı ama, “sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak” nasıl çıkacaktı karanlıklar aydınlığa?.. Gençlik Nâzım’ın bu dizelerini söylemiyordu, yaşıyordu!

1979’un böylesi günlerinden birinde haber geldi:
Bursa’da bir öğretmen öldürüldü... TÖBDER’li... Cenazesi Torbalı’da kaldırılacak... Biz de katılmalıyız...

Torbalı, İzmir’e bir saatlik mesafedeydi. Kalabalık bir grup katılmak üzere yola çıktık... Kim olduğunu sordum, “Fehmi Öğretmen” dediler... Doğal olarak bir şey çağrıştırmadı. Soyadını nasıl olsa Torbalı’da öğrenirdik. Nasıl olsa, cenaze törenine gidişte yakamıza, altında adı soyadı yazılı fotoğrafını takacaklardı...

Torbalı yeşil... İki yanı sürülü tarlaların arasından geçtik... Merkeze yakın bir yerde durduk... Her taraftan katılımcılar gelmiş. Yakalardaki fotoğrafa baktım, bir an tanıdık gibi geldi ama, böyle düşünmem doğaldır, dedim. Aynı hedefe yürüdüğümüz herkes tanıdık. Sıra benim yakama geldi... Aa, bu fotoğraftaki kişi, doğduğum kasabanın ortaokul öğretmeni!
Ateş kapladı içimi... Çocukluğuma döndüm... Güney kasabası, Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı, Salda Gölü’ne 20 kilometre uzaklıkta, Toroslar’ın koynunda, Sivri Tepe’nin eteğinde kurulu, önü ova, karşısı dağ... Fehmi Yıldırım öğretmen evimizin önünden sık geçerdi. Biz de sokakta arkadaşlarla oyun oynar, sohbet ederdik... Ne yapıyor olursak olalım, bırakırdım... Ayağa kalkar, tam bizim hizamıza geldiğinde iki elim yanda başımı eğip selam verirdim... O da bekliyormuş gibi bize bakar, selamı alır, iri göbeğiyle yola devam ederdi. Henüz ilkokuldaydım ama, benim de öğretmenim olacaktı. Olmadı... 1971 depreminde okullarımız yıkılınca Nazilli’ye göçtük... Eğitimimi burada sürdürünce Fehmi Öğretmeni bir daha göremedim...

Yıllar sonra Fehmi Öğretmen yakamdaydı...

Ne zaman çocukluğuma dönsem, Fehmi Öğretmen mutlaka içinden geçer...



• Çuval Cinayetleri

1970’lerin sonunda cinayetler giderek daha vahşi bir hal almaya başlamıştı. “Geliştirilen” yöntemlerden biri de kaçırılan gençleri işkence ile öldürmek ve cesedi bir çuvala koyup rastgele bir yere atmaktı. Bu yöntem “çuval cinayetleri” adıyla kanlı tarihe geçti. Sadece 1980’in ilk yarısında bu yöntemle 40’a yakın gence kıyıldı.

• Motosiklet Cinayetleri

Özellikle Adana yöresinde kimi siyasi cinayetler motosiklet kullanılarak işlendi. İlk kez 1978’de bir öğretmenin bu yöntemle öldürülmesinin ardından yeni cinayetler işlendi. Bu tip kıyımlar da tarihe “motosiklet cinayetleri” olarak geçti.

Gençler Niye Mutsuz?

Yaşamları toplumda, ailede ve özel yaşantılarında, çok yönlü bir baskı içinde geçen gençleri, bir de eğitim küstürüyor, hayata bakışları daha da karamsarlaşıyor. Zar zor girdikleri ve güçlüklerle yürüttükleri yükseköğrenimden mezun olduklarında işsizlik bekliyor kendilerini. Özetle, “sorunlu bir gençlik, sorunlu bir gelecektir”. Bir olgu da şu: Ekonomik-siyasal istikrarsızlık, işsizlik, gelecek kaygısı ve niteliksiz eğitim gibi nedenlerle, gençlerin “gözü dışarıda”.

Öte yandan, bir süredir, büyük çoğunluğunu “kentli yoksullar”ın oluşturduğu kitleler, “popstar” kuyruklarında “tutunmanın” savaşımını veriyor: Umudun adı da “şöhret”tir.
Her şey, gençliğin üstüne oynanmıştır, oynanıyor...
Nereden başlamalı?

Yolları açacak birkaç noktadan birinden.
Örneğin, Can Dündar’a katılarak şuradan: Türkiye’de nüfusun yüzde 60’ını gençler oluşturuyor. Siyasete gelince, 25 yaşında bir genç olarak milletvekili seçiyor; ama seçilme yaşı 30. Batı’da seçilmede sınır, böyle yukarıda tutulmuş değil. Bu ise, 1980 rejiminin bir eseridir: Bunu yaparken, siyasetin bütün kapıları gençliğe kapandı. Bugün “25 yaş seçilme hakkı”ndan başlayarak, oradan siyasetin kapılarını zorlamak gerek. Çoğu genç, kendisini hayata bağlayacak bir idealden, inançtan, coşkudan yoksun ise, eskisi gibi siyaset dolduracaktır bu boşluğu.
(Server Tanilli)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Seçimden sonra! 26 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları