Aydın Engin

Annem Söyledi: İyi Okuyun

23 Ekim 2014 Perşembe

Annem, Ödemiş Asri Mezarlığı’nda, eşi Terzi Sadık’ın az ötesinde yatan Adalet Hanım, dün gece, yalnız benim duyabileceğim bir fısıltı ile seslendi:
- Bu haftanın cumartesiden önceki son yazısını bize bırakacaksın. Biz dediğim, sizin Cumartesi Anneleri dediğiniz kadınlar… 500. haftada hep birlikte bir mektup yazdık. Onu yayınla e mi?.. Niye baktın yüzüme öyle?.. Eğer burada yatıyor olmasaydım, benim de her cumartesi orada olacağımı biliyorsun değil mi?..
Fısıltıyı fısıltıyla cevapladım:
- Evet anne, dedim. Tabii anne dedim, biliyorum anne diye ekledim.
Annemgilin mektubunu okuyacaksınız.
Buyrun.

***

Kaybedilmek İstenen İnsanlığımızdır…
Yeri kana, göğü feryada doymayan bu diyarda, 499 haftadır İstanbul’un en işlek yerinde Cumartesi Meydanı’nda oturuyorlar. Aslında oturmaya, bundan 1013 (bin on üç) hafta önce 27 Mayıs 1995’te başladılar. Devletin, gözaltında kaybetme politikasıyla yönetildiği günlerdi. Başlangıçta beş altı kayıp yakınıydılar. Umutsuzluklarını, yaşadıkları belirsizlikleri bir araya gelerek, paylaşarak mücadeleye dönüştürdüler. Çoğaldılar, zira çoktular. Talepleri çok netti:
* Bir daha kimse gözaltında kaybolmasın.
* Kayıpların akıbeti açıklansın.
* Kaybedenler yargılansın.
O zamanlar oturmak da pek kolay değildi. 15 Ağustos 98’de 170. haftada devletin sabrı taşmaya başladı. 30 hafta boyunca, dağıtma, polis şiddeti ve gözaltılarla boğuştular. Nezarethanede oturmaya dönüşen cumartesiler travmanın artarak tekrarlanmasına sebep oluyordu. Sürdürülemez durum karşısında 13 Mart 99’da, 200. haftada ara vermek zorunda kaldılar.
Devletin bir zelil yöntemi teşhir edilmiş, gözaltında kaybetme yöntemi büyük ölçüde terk edilmek zorunda kalınmıştı. Bazı aileler kayıplarının akıbetini öğrenme “şans”ına eriştiyse de çoğu için bu gerçekleşmedi. Adaletin kalan kısmı ise hak getire...
Yani kendilerinden çok bize faydaları dokundu. Gözaltında kaybolmamızı engellemiş oldular.
Ergenekon yargılamaları ile birlikte, yargılamanın 12 Eylül dönemi ve 90’lara uzanma ihtimalinin belirdiği günlerde, yeniden oturmayı ve yarım kalan adalet talebini hatırlatmayı görev bildiler. 31 Ocak 2009’da tekrar oturdular.
Sorumluluk makamındakilerse, adalet yerine gözyaşlarını, ne demekse “acı paylaşımları”nı koymaya çalıştılar. Ardından adalet gelmeyince, acılarının suiistimal edildiğini düşünmemiş olabilirler mi? Helalleşme adlı hileli terazilere, adı konmamış gizli aflara karınları tok. Talep ettiklerinin tek bir adı var, sıfatsız, sanatsız tek bir adı: Adalet...
Tekrarlayalım; istenen öncelikle kayıplarının akıbeti... Akıbet dediğimiz de çoğunlukla kemik... Ayıp... Sonra ise suçun cezasız kalmaması. Devlet Baba’nın kendi çocuklarını adalete teslim etme, çocuklarından geri kalanı da Cumartesi Anneleri’ne teslim etme zamanı çoktan geldi de geçiyor.
Suçsuz yere ceza çekenler, kimi zaman cezalarının suçunu ararlar. Sokağa çıkıp kırdıklarında, döktüklerinde, keşke yapmasalar diye geçiriyorsunuz ya bazen içinizden; onlara yapma diyebilecek tek ses adalet’in sesidir. Onlar 499 haftadır hiç yakıp yıkmadılar. Adalet, Cumartesi Meydanı’nda konuşarak işe başlarsa, o ses her meydandan duyulur. Hiç endişeniz olmasın.
Cumartesi Anneleri ve Cumartesi İnsanları, 25 Ekim Cumartesi günü 500 haftadır oturuyor olacaklar. 500 haftadır kayıplarını arıyor, 500 haftadır adalet arıyor olacaklar. Aslında 500 haftadır bizi arıyor, bizi soruyorlar.
Elimizde bir dal kırmızı karanfille, saat tam 12’de yanlarında durabilelim hiç değilse. Seslerini çoğaltalım.
Bu cumartesi ve her cumartesi...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları