Hikmet Çetinkaya

Havuz Papağanları...

24 Ekim 2014 Cuma

On gün önce bıraktığım yerden başlarken, neler olupbitti şöyle bir bakalım...
Aslında değişen bir şey yok!
“Acılar coğrafyası”nda yaşamaya alıştığımız için olup bitenler, ölümler, hüzünler size vız geliyor...
Kanlı topraklar, yoksulluk, ikiyüzlülük, vurgun, soygun, yağma...
Dönekler pazarında ne ararsanız hepsi var!
Olmayan, barış, kardeşlik, insanlık onuru...
Yaşanan her anı yazıyla somutlaştırırken bir sonbahar akşamında güz yağmuruyla yükselen toprak kokusunu duymak...
Eğer bunu duyuyorsan, vicdan sahibiysen, o insanların acısını ve kaygısını paylaşabilirsin...
Gezi olaylarını, Uludere’yi, Kobani’yi, Suruç’u düşünürsün...
Kelle avcılarını, IŞİD’i!
Gezi olaylarında Ankara’da başından vurularak öldürülen Ethem Sarısülük’ü... Onu öldüren polisin mahkûm oluşunu...
Yargı sürecinde, “Kavga çıkardılar mahkemede, bazı kişileri darp ettiler” suçlamasıyla, o cinayete verilen eşdeğerde, Sarısülük ailesi ve yakınlarına 10 yıl kadar hapis istemiyle dava açılmasını...
Nereden başlayıp neler anlatsam tatil dönüşü yazımda...
O güzelim cennet koyların, büklerin yok oluşunu mu yoksa dağlarımızın, ovalarımızın çokuluslu “altın avcıları” tarafından delik deşik edilişini mi?
Çamların, palamutların, zeytinliklerin tüm ağaçların kıyımını mı?
Nükleer santrallar için yok edilmek istenen zeytinciliğimizi mi?
Kürt siyasal hareketinin bir kez daha isyan tazeleyişini mi? Peşmergenin ülkemiz sınırları içinden Kobani’ye girişini mi?

***

15-16 yaşlarındaki çocukların Doğu ve Güneydoğu’nun kentlerinde okulları, yurtları, Atatürk heykellerini yakıp yıkması. Onlarca kişinin ölmesi, dört kişinin linç edilmesi, güvenlik güçlerinin araçlarının taşlanması, ateşe verilmesi...
Eski Diyarbakır valisinin şu sözleri:
“Cana gelmesin, mala gelsin!”
Otopsi raporlarını gazetelerde okudum...
Kim kime kıyıyor? O çocukları kim öldürüyor; onları sokağa çıkaranlar kim?
Adres belli ama sesleri çıkmıyor...
Altan Tan’dan başkasının sesi çıkamıyor...
Ölen o çocuklar, gençler...
Göğüs kafesleri kırık, başları kesilmiş, kurşunlarla delik deşik edilmiş onlarca can...
Hepsi bizim insanımız...
Hep anlattığım gibi acılı, hüzünlü öyküler...
Paylaşımın mutluluğun bereketi olduğunu bilmeyenlerin ülkesinde, sonbahar çiçeklerinin arasında, deniz kıyısında dolaşırken, uzaklardan yakınlara; yakınlardan uzaklara dönerken bunları düşündüm hep...
Gerçek mutluluk nedir, sorusunu kendime sordum çoğu kez ve sormayı sürdüreceğim. Gerçek mutluluğun bütün insanlığın altına çekilen toplam çizgide oluşunu... Bunun duyarlılıktan, duygudan, akıldan geçtiğini anlatacağım...
Acıları, kaygıları ortak yaşayan insanoğlu; savaşı, kıyımı, köktendinciliği, yobazlığı, ortaçağın karanlığını bilmeli, öğrenmeli.
Hayatın bin bir çiçekle donatılmış çağında ölen çocuklar, Türk olsun olsun Kürt olsun bizimdir...
Okulları, yurtları, Atatürk heykellerini yakmak neyin nesi?
PKK ve dünün Hizbullah’ı bugünün Hüda-Par’ı; cüppeli, sakallı insanlar, yaşanan vahşet...
O zaman sorarlar:
“Devlet nerede devlet?”
Eski Vali söyledi zaten:
“Cana geleceğine mala gelsin!”
Camlar yeniden takıldı, Bingöl’de üç şehit polis müdürü toprağa verildi, ölen çocuklar gömüldü...

***

Bilemem ben bu yazıyı yazdığım için bizim Musa Kart gibi “makul şüpheli” sıfatıyla yargılanır mıyım?
Arkadaşım Musa, dün ilk duruşmada “beraat” etti ama öteki muhalif, yurtsever gazeteci arkadaşlarımın ve benim durumum ne olur kestiremiyorum...
Çizdiği karikatürde “makul şüphe” bulunmadı...
Karikatür, şüphe oluşturmuyor... Yani suç kanıtı oluşturmamış...
Peki, yazı oluşturur mu?
Bilemem, bana güvenmeyin, yazarken ipin ucunu kaçırmayın!
Öyle değil mi havuz papağanları!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları