Şizofrenik Demokrasi

24 Ekim 2014 Cuma

Türkiye’nin bir Kürt sorunu var. Hepimiz biliyoruz. Çözülmesi gerektiğini de biliyoruz. Çünkü çözülmemesi yalnızca kan kaybına yol açtığı için değil, Kürtlerin hak ve özgürlüklerinin eksik kalması doğru olmayacağı için böyledir. Bu sorunun çözümünün varabileceği son nokta konusunda kaygı duyanların azımsanmayacak bir kitle olduğunu da biliyoruz. Bu kaygı Türkiye’nin bölünmesi kaygısıdır.

***

Kaygıdan kurtulmanın tek yolu var; birlikte yaşama iradesini güçlendirecek önlemleri ve konuları tartışmak. Klasik şablonu tekrarlayalım; boşanma hakkı evlilik bağının olmazsa olmazıdır. Katolik anlayışı bir yana bırakırsanız modern çağın gereği budur. Müslüman şeriatının üç kere “boş ol” demekle gerçekleşen boşanma hukukundan söz etmiyoruz. Aynı topraklarda ortak iradeyle birlikte yaşamaktan söz ediyoruz. Niyetler konumuz dışı, açıkça bölünelim diyen de yok zaten.

***

Demek ki bu sorun çözülmelidir. Nasıl çözülecek? İktidar partisinin şu son Kobani konusunda zirveye çıkan şizofrenik yaklaşımlarının bu konuyu içinden çıkılmaz hale getirdiği ortada. Bir gün öyle, bir gün böyle olmaz. Bir gün “görüşüyoruz”, ertesi gün “teröristlerle görüşülmez” retoriği ile bu iş gitmez. Başka bir nedenle de gitmez ama onu sona bırakalım, çünkü en önemlisidir. Peki nasıl olur? Öncelikle siyasetin, yani siyasi partilerin, sivil toplumun aktif katılımıyla olur. Daha açık söyleyelim, işlerin saydam bir şekilde yürütülmesiyle olur. Kürt siyasetçileri nihayet bu saydamlığın gereğini bir parça yerine getirdiler. Artık Öcalan’ın “Baş Müzakereci” olduğunu, 5 kişilik, aralarında Sırrı Süreyya Önder’in de bulunduğu HDP’lilerden oluşan bir sekretaryanın oluşturulduğunu ve 9 maddelik bir teklifi devlet-hükümet katına ilettiklerini biliyoruz. Devlet-Hükümet kanadının da elinde Kürt tarafına gösterdiği ama vermediği bir teklifle müzakereyi başlattığını varsayabiliriz.

***

Tamam, demek ki bundan böyle saydamlıkta adım atılabilir. Biz de ne olup bittiğini müdahil olamasak da tarafların lütfettikleri kadarıyla öğrenebiliriz. Peki sorunun çözümündeki en önemli engel, şu söylemeyi sona bıraktığımız engel nedir? Sırrı Süreyya Önder’in CNN Türk’te Cüneyt Özdemir’in sorularını yanıtlarken şöyle bir değindiği ama derinleştirmediği konudur. Keşke Özdemir bu konuda bir iki soru daha sorabilseydi de biz de Kürt siyasetçilerinin bu konuda tam olarak ne düşündüklerini öğrenebilseydik. Soru basittir aslında. Türkiye’de iktidar partisi polise arama taramada, dinlemede yeni yetkiler verirken, yeni “güvenlik önlemleri” planlarken, kısacası baskı rejiminin cenderesi biraz daha sıkılırken nasıl olacak bu iş?

***

Kürt siyasetçilerinin, İmralı’da hükümlü Öcalan’ın “Baş Müzakereci” olarak yürüttüğü bu süreçten hem kaygılı hem umutlu olduklarını anlıyoruz. Ama umutlarının neye dayandığını anlamakta zorlanıyoruz. Aynı soru Kobani’ye ABD’nin askeri ve siyasi yardımı konusunda da geçerlidir. Türkiye’de solcular, ABD’nin el attığı her alanda ve konuda talepleri olduğunu bilirler. Genel kuraldır; birileriyle ittifak yapıyorsanız, onun ne istediğini, ne isteyebileceğini, ehlileştirme planlarını, programlarını da bilmek ve hesaba katmak zorundasınız. Kobani’de durumun zor olduğunu herkes biliyor ve orada işler karışıktır, karar vermek zordur. Ama hiç değilse bu kaygı da akıllarda dursun.

***

AKP hükümetiyle girişilen “müzakerelerde” ise durum öyle kaygıyla geçiştirilebilecek gibi değildir. Lafı uzatmayalım, söylemek istediğimiz özetle şudur? Demokratik hakları halkın elinden almak isteyen, bunun tasarılarını Meclis’e sunan, pratikte ise bu tasarılarda öngörülenlerden daha fazlasını uygulayan bir partiyle, onun kurduğu hükümetle karşı karşıyasınız. Demokrasinin son kırıntılarını da elimizden almaya çalışan böyle bir rejimde hak ve özgürlüklerinizi alabileceğinizi mi sanıyorsunuz. Önceliklerinizde bir terslik yok mu?
Ama belki de vardır böyle şizofrenik bir demokrasi, kim bilir!

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları