Olaylar Ve Görüşler

17 ve 23 Nisan’ın anlamı

22 Nisan 2019 Pazartesi

İçinden geçtiğimiz bu günler, geçmişin özgün birikimlerinden süzülüp gelen ve geleceğe uzanan bir yeniden silkinmenin başlangıcı olabilir.

Yazıya geçmeden bir noktaya kısaca değineyim. Bundan böyle zaman zaman sizinle burada buluşacağız.
Bu gazetede ilk yazılarımın yayımlandığı Cumhuriyet’in 2. sayfası, ayrıca çocukluğumda ve gençliğimde benim gerçek okulumdu; Hasan Âli Yücel’in Hürriyet, Gene Hürriyet ve A. Adnan Adıvar’ın Dur, Düşün üst başlıklarıyla yazdıkları başta olmak üzere bu sayfada yazanlara ve yazdıklarına, doğrusu, çok şey borçluyum; bundan sonra yazılarımla o borcu ödemeye çalışacağım.
Yazıya gelince, önemli bir noktanın altı çizilmelidir: Bu ülkenin insanı çok yorucu, ağrılı ve sancılı olsa da doğru yolu buluyor. Doğru yol, insanın aklıyla özgürleşmesi ve bunu hem birey olarak kendisi, hem de toplumu için kullanabilecek olgunluğa ve bilinç düzeyine ulaşmasıdır.
Yerel seçimlerde alınan sonuçlar, doğru yolun bulunabileceğini kanıtlıyor. Yeter ki özgürleşme süreci güçlendirilebilsin.

Güzel günler
Büyük usta Nâzım Hikmet’in “Güzel günler göreceğiz çocuklar” dizesinde dediği gibi, içinden geçtiğimiz bu günler, geçmişin özgün birikimlerinden süzülüp gelen ve geleceğe uzanan bir yeniden silkinmenin başlangıcı olabilir. Bu konuda en güçlü aday
Cumhuriyet çağdaşlaşmasının en kapsamlı atılımlarından biri olarak 17 Nisan 1940’ta kurulan Köy Enstitüleridir. 23 Nisan (1920) ise egemenliğin kaynağının gökten yere indirilerek, kayıtsız ve koşulsuz ulusun olduğunun kesinleştiği gündür. Arada yalnızca 20 yıl var; o yirmi yıl boyunca Cumhuriyet çağdaşlaşması yaşama geçirildi; 23 Nisan olmasaydı 17 Nisan olmazdı. Dahası, yerel seçimlerde bu büyük sonuç alınamazdı. Cumhuriyet çağdaşlaşması, insan aklının özgürleşmesini esas alan düşünsel temelleriyle, kamu yararına işleyen kurumlarıyla; Doğu-Batı ayırımı yapmadan, insan odaklı kültür anlayışıyla ve yol göstericiliğini ilke edindiği bilimselliğiyle bir bütündür.
Bu bütünün en önemli öğelerinden biri olarak ülkenin köylerinde yaşama geçirilmesi çabası olan Köy Enstitüleri de çocuğun ve gencin üreterek özgürleştiği, özgürleştikçe ürettiği, karma eğitim veren, öğrenci, öğretmen, yönetici ve diğer çalışanların, 7/24 bir arada olduğu kurumlardı. Enstitülerde yalnız var olan bilgilerin öğrenilmesiyle yetinilmez, deney, gözlem ve usavurma yoluyla yeni bilgiler üretilir ve üretim sürecinde bu bilgilerden de yararlanılırdı. Öğrencinin yaratıcı yeteneklerini tam bir özgürlük ortamında geliştirmesi; Türkçenin kullanımında ustalaşmanın yanı sıra, müziğin her türünden tiyatroya, oradan resim, yontu ve spora uzanan her alanda bilinçle sergilemesi, Köy Enstitüsünün temel anlayışıydı. El ve beyin emeğinin birlikte üretime yöneldiği enstitülerde, tam bir yönetime katılma anlayışı ya da demokrasi uygulaması egemendi.
O yıllarda nüfusun yüzde 80’inin yaşadığı kırsal Türkiye’de, Köy Enstitüleri köyün üretim yapısını içinden çıkan bir güç ile değiştirmeyi ve böylelikle bağımlılık ve sömürü düzenini sonlandırmayı amaçlıyordu. Enstitüler, bu ülke insanının özgürleşmesini istemeyen kesimlerin saldırısı sonucu yok edildi.

Enstitüler, yeniden?!
Enstitüler, on yıla yakın bir aşındırılma sürecinden sonra 1954’te tümüyle kapatıldı. Yalnız tarihin öğrettiği bir gerçek var: Sağlam tohumlar eninde sonunda filizleniyor.
Köy Enstitüleri konusunda yerel seçim sürecinde ve sonrasında yaşananlar bu tür bir canlanmanın olabileceğini bir kez daha kanıtlıyor. Eğitimi bütünüyle büyük bir çöküntü yaşayan Türkiye, çok önemli ve beklenmedik bir biçimde yeniden Köy Enstitülerine uyanıyor.
Bunlardan biri, büyük beğeni toplayan Yücel’in Çiçekleri belgeseline katkı yaptığı bilinen İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, adaylığı sırasında açıkladığı projeler arasında Köy Enstitülerine gönderme yaparak bir kent enstitüsü kuracağının güvencesini güçlü bir biçimde vermesidir.
Bir diğeri, ancak hiç de ikincil sayılmaması gereken, İzmir’de yeşeren gelişmedir. 17 Nisan günü İzmir’de Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin düzenlediği törende konuşan Belediye Başkanı ve Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği Başkanı Tunç Soyer, Enstitüler yaşasaydı, köy ve kentin kaynaşacağını vurguluyor ve sözlerini “Kendi kendini doyuran bir halk olacaktık”... “açacağımız İzmir Tarım Üniversitesi’nde... Köy Enstitülerinin ruhunu İzmir’den yaymaya başlayacağız. Bu ruh Türkiyemizin dört bir yanında yeniden yeşerecek” diye tamamlıyor.
Ankara geri kalacak değil ya! CHP Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer, Hasanoğlan (Yüksek) Köy Enstitüsü’nün bulunduğu yerleşkeye, bünyesinde bilim ve sanat dallarının bulunduğu bir üniversite kurulması için TBMM’ye bir yasa önerisi veriyor.
Üç büyük kentteki bu gelişmelere, eğitim yoluyla özgürleşme görüşünü benimseyen tüm yerel yönetimlerin de katılacağı ya da katılmaya çalışacakları kuşkusuzdur.
Bütün bunlar, Köy Enstitüsü düşünce ve uygulamasının, elbette günümüzün Türkiye ve dünya koşullarına göre yorumlanarak, bütünlük içinde yeniden yaşama geçirileceğinin müjdecisidir.
Enstitülerde işler, birlikte üretim ve özgürleşme demek olan imece yöntemiyle görülürdü. Ülke demokrasisini güçlendirecek daha güzel günler için yeniden imeceye!

YAKUP KEPENEK 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları