AK Saray’ın Odalarında Senaristler mi Çalışıyor?

16 Kasım 2014 Pazar

“Hayvanlar Çiftliği”ni bilirsiniz.
George Orwell’in hiciv romanı, Stalinizmi eleştiriyor gibi görünse de aslında tüm totaliter rejimlerle dalga geçer.
Mesela romanda köpeklerden bir polis gücü kuran “Napolyon” adlı bir domuz vardır -ki aslında tüm diktatörlere uyar-.
“Bay Frederick”, Hitler’i çağrıştırır, ama “Bay Pilkington”da Churchill’den, Roosevelt’ten de izler vardır.
Yani Orwell, komünizmle kapitalizmi, aynı çiftliğin kokuşmuş ideolojileri olarak eleştirir. “Totaliterlikte birbirlerinden farkları yok” demeye getirir.
Fakat romandan çekilen çizgi film öyle değildir. Çizgi filmde “Bay Pilkington” karakteri geri çekilmiş, “çiftlik”in bütün pisliği “Napolyon”la, “Frederick”in üstüne yıkılmıştır.

***

Filmin neden kitaptan farklı olduğunu nice sonra öğrendim.
Orwell 1950’de ölünce, “Kültürel Özgürlük Kongresi”, eşi Sonia’ya başvurmuş. Romanın film haklarını istemişler; tabii karakterlere müdahale hakkıyla birlikte…
Sonia, “Bir şartla imzalarım” demiş:
“Beni Clark Gable ile tanıştırırsanız.”
Meğer yakışıklı aktöre pek hayranmış. Bu istek derhal karşılanmış, Sonia imzayı atmış ve Orwell’in romanı, bir “anti-komünist propaganda filmi”ne dönüştürülüp dünyaya dağıtılmış.

***

“Kültürel Özgürlük Kongresi”, soğuk savaş döneminde kurulan bir CIA örgütlenmesi…
“Sanat ve Edebiyat Dünyasında CIA Parmağı” (Orijinal adı: “Kültürel Soğuk Savaş”, Frances S. Saunders, Kırmızı Y. 2009) kitabında, Kongre’nin 1950’lerde nasıl kurulup paraya boğulduğu ve o parayla nasıl bir ideolojik savaşa soyunduğu belgelerle anlatılıyor.
35 ülkede bürosu olan Kongre’nin işi, “dünyayı komünizm hastalığına karşı aşılamak” diye tarif ediliyordu. CIA, filmleri, dizileri, sergileri, tarihçileri finanse ederek psikolojik savaş sürdürüyor ve kitleleri “Amerikan Çağı”na hazırlıyordu.
Roman yazdırarak, film çektirerek kitleleri komünizmin kötü, kapitalizmin iyi olduğuna inandırıyordu.
Çalışanların çoğu, Marksizme inancını kaybetmiş eski solcular ve kiralık aydınlardı.

***

1940’lar Almanya’sının “Halkı Bilinçlendirme ve Propaganda Bakanı” Goebbels’in misyonu da aynıydı:
Kitleleri yalana inandırmak…
Goebbels, savaş öncesi çektirdiği filmlerde, saf Alman soylularını kandıran ve yönetimin üst katlarına tırmanan “kurnaz Yahudi”leri hedef gösteriyor, soykırımın altyapısını hazırlıyordu.
Propaganda sineması, kitlelerin katliamlara göz yummasında ve Führer’in otoritesine ikna edilmesinde büyük rol oynadı.

***

Geçen hafta 1000 odalı Kaç-AK Saray’a 250 yeni oda ekleneceğini öğrenince, oraya illegal bir “Halkı Bilinçlendirme Bakanlığı”nın yerleştiğini, odalarda “Marksizme inancını yitirmiş” senaristlerin ve oyuncuların çalıştığını düşündüm ilkin...
Halkın haber değil, dizi izlediğini fark eden yerli Goebbels’ler, popüler kültürün kitlelerin manipülasyonundaki gücünü kullanmaya karar vermiş görünüyor.
Haber kuşakları gözden düştüğünden beridir, halka olup bitenler, dizi ve filmler aracılığıyla anlatılıyor.
Kobani’de çatışma mı çıktı; haberin anlatamadığını, iki hafta sonra Star TV’de “Reaksiyon” anlatıyor; “Paralel yapı”nın nasıl İsraille el ele provokatörlük yaptığını, nasıl yönetimin üst katlarına tırmandığını gösteriyor.
Hükümet, hırsızlık sicilinden köşeye mi sıkıştı; ATV’de bir hırsız, imam kılığına sokularak, dikkat başka yöne çekiliyor.
Amerika’ya mesaj mı verilecek; Dışişleri yerine Polat Alemdar konuşturuluyor.

***

Manipülasyon dizileri, sadece izleyicinin olup biteni hükümet gözlüğüyle değerlendirmesini sağlamakla kalmıyor, bundan sonra olacaklara da bilinçaltında hazırlık yapıyor.
Bu “araştırmacı dizicilik” sayesinde, mesela hırsızlık dosyaları kapatılırken hırsızlığı ortaya çıkaranlara operasyon başlatılacağını (“Fuat Avni”den önce) diziden öğreniyoruz.
Nasıl büyük bir komployla karşı karşıya olduğumuzu filan anlıyoruz, hırsızlara üzülüyor, acıyoruz.
İzlediğimiz şey, domuzları ayıklanmış bir Hayvanlar Çiftliği…
Seyirci yer mi; yer.
Hadi iyi seyirler!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları