Lüks araba farlarının aydınlattığı işsizlik...

09 Haziran 2019 Pazar

Bayramı Alanya’da bir dostumun otelinde sadece denize girerek değil, vallahi de billahi da çalışarak (yaş kemale erdiği için gene bir arkadaşım benimle nehir söyleşi yapıyor) ve yollarda, meydanlarda gördüğüm lüks arabaları tek tek sayarak geçirdim. Böyle lüks arabaları hiçbir yerde topluca görmemiştim. Aklınıza ünlü markaların son modellerini getirin. Yeni bir moda da başlamış, arabaları kullananların çoğu sol ellerini dışarı sarkıtmış tespih çekiyorlardı. Sanki Monte Carlo’dayım ve dünyanın her yerinden en zenginler kenti kuşatmıştı. Bana lüks pek yaramaz, huyum kurusun hemen aklıma zenginliğin tam karşıtı yoksulluk gelir, ne de olsa genç işsizliğin tavan yaptığı bir ülkede yaşıyorum. Ülkemin genç nüfusu tıpkı savaş gibi çok büyük bir tehditle karşı karşıya. Bu tehdidin adı: İşsizlik. Şimdi biraz lüks araba farlarının aydınlattığı genç işsizliğinden söz edelim:
Bizim mahalle kafesini erken açacak, ortalığı toparlayıp saat dokuzda da işi bir başkasına bırakacak bir eleman aranıyor. Çok az bir para alacak. İş arayanlar birer ikişer düşüyor. Kapıdan gencecik bir kız giriyor. İşte talip. Kafenin sahibi ona koşulları anlatıyor, her şey tamam. Bu arada kıza eğitimi soruluyor. Ben lise beklerken kız konservatuvarda okuduğunu, çok güzel piyano çaldığını söylüyor. Hepimiz şaşkınız, “Peki, neden bu iş?” Yüzünde hafif bir burukluk, şöyle diyor: “Artık piyano çalmak bir lüks, özel ders alanlar da iyice azaldı, bu işe ihtiyacım var.
O iki yıl önce askerliğini bitirip baba ocağına dönmüş, işi hazır, bir ecza deposunda çalışıyor, motosikletiyle eczanelere ilaç getiriyor, ihtiyaçları belirliyor. İşinde uzmanlaşmış, bilmediği ilaç adı yok. Hayatından hoşnut, iki günde gerekli işlerini yapıp kendisine vakit bile ayırabiliyor. Günler geçiyor o gün nedense canı sıkkın, farkında olmadan hız yapıyor ve ehliyeti kaptırıyor. Bu, onun için her şeyin sonu gibi. Ehliyeti olmayan biri bu işi yapamaz. Kendini bir anda işsiz ve çaresiz sokakta buluyor. Ne yapabilir, bildiği, uzmanlaştığı tek alan burası. Bir süre yapabileceği yeni işleri düşünüyor, becerikli de, “ben her işi yaparım” diyor ve her yere özgeçmişini gönderiyor, ama hiçbir yanıt yok. İnşaatta çalışmaya bile razı ama orası da mafyanın elinde, öyle önüne gelen inşaata dalamıyor. Zaman geçiyor, ailesine karşı utanç içinde, sigara parasını bile babadan alıyor, giderek arkadaş çevresi seyreliyor, çünkü bira bile içmeye parası yok. Öyle, şimdi tek yaptığı iş mahallenin kahvesine takılmak, ayak işleri yapmak, o kadar. Buna daha ne kadar dayanır kendi de bilmiyor.
Kuaföre gencecik bir kız giriyor, çekingen, elinde kocaman bir çanta, “merhaba” diyor, “merhaba”. “Sizlerin bir dakikanızı alabilir miyim?” Merakla ona bakıyoruz, çantayı bir masanın üstüne koyup içinden diş fırçaları ve bir firmanın diş beyazlatma macununu çıkarıyor ve ezberlediği bilgileri heyecanla bir çırpıda bizlere aktarıp duruyor. Kuafördekilerin kimi ilgileniyor, kimi başını başka bir yana çeviriyor. Ben her zamanki gibi yufka yüreğime yenilip bir iki şey alıyorum, bu arada genç kız aslında öğretmen olduğunu söylüyor, ama iki yıldır kura bekliyormuş, babası işsizmiş, ağabeyiyle o, her işi yaparak ev kirası ödemeye çalışıyorlarmış. Artık hiçbir hayali kalmadığını söylüyor. Aklında sadece o gün yirmi lira kazanmak varmış.
Taksiye binmişim, havaalanına gidiyorum, şoför gencecik biri, yüzü çok gergin ve araba adeta uçuyor. “Biraz daha yavaş sürer misiniz?” diyorum, “vaktimiz var”. Tak, anında arabayı durduruyor, “Tamam in gitmiyoruz!” Şaşkın şaşkın bakıyorum, “Ne oluyor, ne yapmaya çalışıyorsunuz?” “Benden bu kadar” diyor, “başının çaresine bak”. Otobandayız, çaresizim, “peki” diyorum, “istediğin gibi git”. Yola koyuluyoruz, o birden ağlamaya başlıyor, “Kusura bakmayın” diyor, “ben böyle değildim ama hayat beni böyle lüzumsuz biri yaptı.” Ve ardından arabayı normal hızına getirip hayat hikâyesini anlatmaya başlıyor. Aslında o kimya mühendisiymiş. Üç yıl önce çalıştığı fabrika Romanya’ya taşınmış, o gidememiş çünkü ailesi kötü durumdaymış, anne babasına birilerinin göz kulak olması gerekiyormuş. Bu olayla birlikte onun da hayatı bitmiş. O günden bugüne çalmadık kapı bırakmamış, onun iş bulabilmesi için annesinin gitmediği yatır kalmamış, ama nafile, sonunda altı ay evvel, bu işe başlamış, biraz daha para kazanmak için hem gece hem gündüz çalışıyormuş.
İçiniz şişti değil mi? Ama lüks arabalarda tur atanların içi şişmiyor, sadece güzel olan her şeyi yok ediyorlar. Şimdi tam haykırmanın zamanı: Ey hükümet, ey muhalefet, işsizlik özellikle de genç işsizliği sizin ne zaman derdiniz olacak! Gencecik insanları, uyuşturucunun ve depresyonun eşiğine getiren bu hal ne zaman gündeminize gelecek! “Her şey güzel olacak!” deniyor, ne zaman, nasıl? Bilmek hakkımız! Çünkü bir süre sonra arabaların farları arka arkaya intihar eden gençleri aydınlatacak.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları