Çatışmanın Anatomisi

26 Kasım 2014 Çarşamba

Ordu hemen hemen tüm darbelerini genellikle dışarının desteğiyle ve göz yummasıyla yaptı. Tabii dışarısı derken, ABD’nin… Oysa ABD esas olarak 1990’dan sonra Sovyet bloğunun dağılmasından sonra yeni dünya düzeninde darbelere destek dönemini bitirdi. 1997 Şubat’ında ise ordu ancak siyasi iktidarı istifa ettirmeye yönelik “postmodern zorlama” yapabilmişti. AKP iktidarı ile birlikte ABD’nin ordu arkasındaki eski desteği tamamen sona erdi.
Hele 2003’te, ordunun Irak’a Amerikan müdahalesine izin vermeyen Meclis kararı üzerinde, siyaset üzerinde etkisini kullanmadığı ve “Irak’a girilebilir” demediği gerekçesiyle, ABD bir iktidar gücü olarak ordunun üzerini tamamen çizdi.
Bu aşamada gerçekleşen Irak’ta Türk subayların başına çuval geçirme olayı da bunun belgesiydi. Ama bütün bunlara rağmen, ordunun her an darbe yapabileceği biçimindeki uyduruk kampanyanın 2014’e kadar sonu gelmedi.

***

Her ordu, ülkelerin çok olağanüstü koşullara sürüklenmesi durumunda iktidara el koyabilir. Ayrıca TSK’nin darbelerinde Türkiye’nin mi yararı, yoksa ABD ve AB’nin mi yararı kollanmıştır, tartışmaya açıktır. Özellikle 1971 ve 1980 darbelerinin arkasında ABD’nin çıkarları ve destekleri ön plandadır. Bunu 27 Mayıs1960’a kadar uzatabiliriz.
Peki, yarın için soralım: ABD ve Batı yeniden bir darbenin arkasında olabilir mi?
Bunun tek koşulu var: ülkede gerçekten geri dönüşü zor bir siyasi-sivil diktatörlüğün kurulması, millete zulüm yapılması, demokratik mekanizmaların özünde işlemez hale gelmesi…
Buna benzer koşullarda iktidarın anayasal meşruiyetini kaybettiği gerekçesiyle, ABD ve AB, eleştirilse bile bir askeri müdahaleye göz yumabilir. Mısır’da Sisi-Mursi çatışmasını ve Batı’nın tutumunu örnek vermek istemem, ama bizimki gibi ülkelerde Batı’nın çıkarları, hiçbir olasılığı yüzde 100 ortadan kaldırmaz.

***

Burada bir noktaya işaret edelim: AKP gibi dinci gelenekten gelen ve rejimitoplumu dönüştürdüğü konusunda kesin düşüncelerin olduğu AKP iktidarı altında, ordu haydi haydi darbe yapabilir düşüncesi genel kanaat olarak yaşıyordu. Ama istese bile “darbeciliğini” destekleyecek hiçbir uluslararası dayanak yoktu. Üstüne üstlük, Türkiye 2002 öncesiyle kıyaslanamayacak bir şekilde ekonomik olarak dünyaya entegre olmuştu ve ekonomisi büyük ölçüde dışarıdan gelen sermayeyle finanse ediliyordu. Bir askeri darbe, Türkiye’yi ekonomik bakımdan tam çökertirdi. Bu bakımdan da ordu askeri darbeye kalkışamazdı; çünkü ayakta kalamazdı. Eğer ciddi bir darbe niyeti olsaydı, başına örülen bunca kumpas karşısında, eğer geçmiş darbeciliği de düşünülecek olursa, sessiz kalması olanaksızdı.
Darbe yapabilecek en uygun koşullarda bile darbe yapmayan bir ordu için hâlâ darbeciliğini ileri sürmek, ancak bizim gibi ülkelerin azgelişmiş bilimsel düşünce ortamlarında mümkün olabilirdi. Şüphesiz ki, bu genellikle de görevli, eli kalem tutan birtakım yazar olarak tanınmış kişiler ve medyanın aracılığıyla mümkün…

***

Cemaat ve AKP, ordu üzerine kumpaslarını, Ümraniye bombaları düzeneğiyle devreye soktular. İzleyen zamanlarda, 2008-2009’da gazeteci, sivil insanlar, rektörler, subay tutuklamaları dalgalar halinde Türkiye’yi sardı… TSK üzerinde bitmez tükenmez tezgâhların da ardı arkası kesilmedi.
Cemaat’in, ordu üzerinde operasyonların ne kadar içinde olduğunu bir örnekle anımsayalım:
Ergenekon davasında generaller, emekli generaller tutuklanmaya başlanmış, insanlar yaşlı, dolayısıyla çeşitli hastalıkları var, bazıları cezaevinden Gülhane Askeri Tıp Akademisi GATA’ya gönderiliyor, bazıları tahliye ediliyor… 2009 Mart’ında Fethullah Gülen’i bazı gazeteciler ziyaret ediyor. İzlenimlerini yazan Mahmut Övür, Gülen’in bu tahliyelere dikkat çekerek durumdan rahatsızlığını “katakulli” sözcüğünü kullanarak dile getirdiğini, ama bunu “GATAkulli” biçiminde, yani “GATA’da numaralar yapılıyor” diyerek belirttiğini söylüyor: “Bu işlerin sulandırıldığı gibi bir kaygı var. Bana da öyle geliyor. Baksanıza sürekli Silivri Cezaevi’yle GATA arasında, bir ara Cengiz Çandar söyledi, yatay geçiş, yani yatış geçişi var…”*

* Orhan Bursalı’nın Çatışmanın Anatomisi (Kırmızı Kedi Yayınları, 2014) kitabından alıntıdır.

 

G NOKTASI
Dostlarım,
Uzun zamandır tatil yapmadım. Oysa yeni bir kitap üzerinde çalışıyorum ve iç sesimi dinlemeye, daralan ruhumu genişletmeye, hayal etmeye ihtiyacım var.
Sevgili Genel Yayın Yönetmenim Utku Çakırözer’den iki hafta izin istedim. Verdi.
Siz de verin.
Dinamolarımı taze rüzgârlarla doldurayım, aklım kanatlansın, yeni düşüncelere, heyecanlı yazılara uçsun parmaklarım… Ve
14 Aralık’ta yine bu sütunda buluşalım! 

“Yeryüzünde şarkı söyleyen sonuncu insan yaşadıkça, umutlanmaya hakkımız vardır. ” 
GABRİEL CELAYA



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kızgın Boğa 21 Nisan 2024
Kıyamete hazırlık 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları