Olaylar Ve Görüşler

Tümevarımsal ‘Barış ve Açılım Süreci’

26 Kasım 2014 Çarşamba

Asıl üzerinde yoğunlaşılması ve gözlemlenmesi gereken AKP hükümetinin ‘barış ve açılım süreci’ adı altında Türkleri, Kürtleri, Alevileri ve diğer etnik ve mezhepsel kesimleri dindar ya da laik allahsız olmak üzere ikiye ayırarak 2015 seçimlerini tekrar kazanmak gibi çok tehlikeli bir hesabı vardır varsayımını çıkarabiliriz.

Bilindiği üzere bilimsel araştırmalarda tümevarım yöntemi, gözlenen tek tek olgulardan yola çıkarak genel yargılara ulaşmaktır. Bir başka deyişle özelden genele giden bir akıl yürütme yöntemidir.
Örneğin:
1- Son dört yıldır Güneydoğu Anadolu’da terör olaylarının 1990’lardakinden çok daha fazlasıyla arttığı, PKK’ye ait olduğu açıklanan gömülü mühimmat bulunduğu, Emine Ayna’nın “Barışçıl yolla olur ya da savaşla özgürlüğümüzü kazanırız” açıklamasını yaptığı, vergi adı altında haraç toplayan, çadır mahkemelerinde infaz yapan, kendi asayiş gücünü oluşturan, yol kesen yasadışı eylemlerciler gözlemlenmektedir.
2- Sünni İslamcı kesim tarafından Malatya, Maraş, Çorum, Sivas Madımak ve Gezi Parkı olaylarında; Hatay’da katledilenlerin çoğunun Alevi olduğu gözlemlenmektedir.
3- Uludere’de 34 ve son üç ayda Güneydoğu Anadolu’da katledilen 63 kişinin faillerinin çoğunun bulun(a) madığı gözlemlenmektedir.
4- Başbakan Davutoğlu’nun muharrem ayında “Dersim bir Kerbela’dır...” gözleminden çıkardığı sonuç ise.. “O halde Aleviler CHP’ye oy vermemelidir.”
Anımsatmak gerekir ki Dersim isyanı, ne bir Kürt, ne Alevi isyanı ne de dış güçlerin kışkırtması sonucu çıkan bir isyandır. Osmanlı Devleti zamanında bile devletin yasalarının uygulanamadığı, aşiret reislerinin siyasal egemenlik kurduğu bir yöredir. Cumhuriyet Türkiyesi, Dersim’i siyasal sisteme entegre etmeye çalışmak için ilden TBMM’ye gönderilmesini istediği milletvekillerini bile Ankara’ya göndermemiştir. Nitekim dönemin başbakanı Celal Bayar, 28 Haziran 1938’de TBMM’de yaptığı konuşmada “Arkadaşlar! Dersimliler ne istiyor! Orada oturup eşkıyalık yapacağım, mal çalacağım ilişmeyeceksiniz, adam öldüreceğim yasal işlem yapmayacaksınız... Vatani görevimi yerine getirmeyeceğim diyor... Bilinmesi gereken bir gerçek var ki Cumhuriyet böyle bir vatandaş tanımıyor... Eğer silahları teslim edip Cumhuriyetin emirlerine uyarlarsa, kendileri için yapacağımız şey, sevgiyle göğsümüzü açıp bağrımıza basmak olacaktır... Bizim sesimizde şefkat olduğu kadar kahır da boldur, bu gerçek anlaşılıncaya kadar kuvvetlerimiz orada fiilen bulunacaktır...” açıklamasını yapmıştır.
Kısacası, dünya siyasi tarihi, hümanist bakış açısıyla katliamlar tarihidir zaten. Bu bağlamda hiç kuşkusuz Dersim olayları bir “Vaka-i Hayriye” değil, yörede çıkarılan bir isyanın devletçe zaman zaman aşırılıklara varan bir bastırılma biçimidir. Durum bu iken, yeniden başlatılan Dersim tartışmasının amacı üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir. Yani, Dersim olayları üzerinden hem CHP’yi yıpratmak hem de Alevi oylarını AKP’ye çekme girişimidir.

‘Mütedeyyin’ kesim
Tarih metodolojisi bilmeyen birisi çıkıp da, Dersim olaylarının Bayar’ın başbakanlığı ve dindarlığıyla tanınan Fevzi Çakmak’ın Genelkurmay başkanlığı zamanında yaşandığı gözlemlenmektedir, o halde Dersim olaylarının asıl sorumluları AKP’nin selefi olduğunu iddia ettiği “mütedeyyin” kesimdir, sonucunu çıkarabilir. Oysa bir siyaset bilimci olan Davutoğlu’nun bilmesi gerektiği gibi toplum bilimlerinde nedensonuç ilişkileri çerçevesinde sistemsel analiz ve sentezler oluşturulur. “Küçük beyinler kişiler, orta beyinler kurumlar, büyük beyinler de sistemler üzerinden toplumsal sorunları tartışır ve çözmeye çalışırlar” özdeyişi de bunu göstermek için söylenmiştir.
“Barış ve açılım süreci”nin taraflarından biri olan Öcalan, Kandil, DTK, PKK, BDP ve KCK’nin bu sözde süreçte hükümete oranla daha başarılı olduğu görülmektedir. Hükümet, süreci kararlılıkla sürdüreceğini açıklamaya devam etse de silah bırakması amacıyla başlatıldığı ilan edilen çözüm süreciyle, örgüt sınır dışına çekilme sözünü tutmamış, silah bırakma doğrultusunda irade göstermemiş, aksine ülke genelinde binlerce çocuk ve genci dağa çıkararak silahlı kadrosuna dahil etmiş ve KCK projesi (Koma Ciwaken Kurdistan-Kürdistan Halklar Topluluğu) kapsamındaki devletleşme etkinliklerini hızlandırmıştır.
Bu bağlamda anımsatmak gerekir ki devlet kurmanın belirli bir toprak parçası, o toprak üzerinde kendisine yasalarla bağlanmak isteyen yoğun bir nüfus, o toprak parçası üzerinde egemen olma gibi üç sosyolojik tüzelkişilik ve uluslararası tanınma gibi iki tane de hukuksal öğesi vardır. Bilgesam’ın 2013’te 2 bin 570 Kürt kökenli '54C yurttaşıyla yaptığı alan araştırmasında Türkiye Kürtlerinin yüzde 97.3’ü Türklerle birlikte yaşamak istediklerini, ayrı bir Kürdistan devleti istemediklerini belirtmişlerdir. Kürt’süz Kürdistan devleti nasıl kurulur, bunun bilimsel, gerçekçi ve somut açıklamasını yapacak bir Kürt entelektüeli/ akademisyeni/aydını hatta gerilla başı varsa öğrenmek isterim.

AKP’nin amacı
Oysa, çözüm sürecinin diğer tarafı AKP hükümetinin,
1- Alevi dedeleri Diyanet İşleri kadrosuna almak,
2- Güneydoğu Anadolu’daki melelere (mollalara) maaş bağlamak girişimleri
3- Ali’siz Alevilik olmaz yaklaşımı gözlemlenmektedir.
O halde özellikle Kürt sorununu çözmek ve Alevi mağduriyetini gidermek üzere AKP hükümetinin “barış ve açılım süreci” başlıklı somut bir programı yoktur, sonucuna varılabilir.
Asıl üzerinde yoğunlaşılması ve gözlemlenmesi gereken AKP hükümetinin “barış ve açılım süreci” adı adında Türkleri, Kürtleri, Alevileri ve diğer etnik ve mezhepsel kesimleri dindar ya da laik allahsız olmak üzere ikiye ayırarak 2015 seçimlerini tekrar kazanmak gibi çok tehlikeli bir hesabı vardır varsayımını çıkarabiliriz. Taraf olmayan ama bu yönde yoğun kaygı taşıyan 75 milyon yurttaşın “Barış/Çözüm ve Açılım Sürecini” seçimlere kadar çok iyi gözlemleyip, seçimlerde oy kullanırken “o halde...” diye başlayan tümevarımsal sonuçlar çıkarması beklenmelidir. “Yoksa ne oluru” ne düşünmeye ne de yazmaya cesaret edebiliyorum.  

Prof. Dr. NURŞEN MAZICI, Siyaset Bilimci



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları