Bir Kent Nasıl ‘Uçurulur’?

27 Kasım 2014 Perşembe

Bilbao’dayım. Çoook yıllar önce gördüğüm (80’li yılların başıydı) bu kent o zamanlar yaralıydı. Eksikti. Yorgundu, yoksuldu. İspanya’nın en büyük limanlarındandı ama için için kanıyordu. Kentin var olma nedeni çok güvenli bir liman olması ve 18. yüzyılda sanayi devrimiydi. (Çevresi demir madenleriyle sarılı.) Ancak 1970’lerde demir çelik sanayii ve gemi yapımının çöküşü ve ardından toplumsal çalkantılar bölgeyi büyük bir ekonomik krize soktu. Sanayi kentinde sanayinin toptan durması Bask ülkesini iyice karanlığa bürümüştü.
Bilbao turizm yolları üzerinde değildi, turist çekemezdi. Sanayi artıklarıyla, bomboş tersanelerle, çalışmayan fabrikalarla ve kenti işgal etmiş boş konteynırlarla dolu kentin yaşamını sürdürebilmesi için bir mucize gerekliydi. O mucize gerçekleşti.
Mucize dediğim, akıllı insanların akıllarını kullanmalarından başka bir şey değildi.
Bask otonom bölgesi yöneticileri 1991 yılının Şubat ayında Guggenheim Vakfı’yla ilişkiye geçti. Kente bir çağdaş sanat müzesi kazandırma yolunda işbirliği istediler. Dedikleri şuydu: Bu kenti uçuracak bir kültürel araç gerekli bize. Nisan ayında vakıf direktörü Bilbao’daydı. Mayısta Guggenheim Vakfı Amerikalı mimar Frank Gehry’yi yer seçimi için Bilbao’ya getirdi.
Ok yaydan çıkmıştı. Altı ay gibi olağanüstü kısa sürede Bask yönetimi ile Guggenheim Vakfı yöneticileri tüm konularda özellikle yer seçimi ve mimar seçiminde anlaşmış; tasarı yürürlüğe girmişti.
(Kocaman bir parantez açıp içine koca bir “ah” yerleştiriyorum... İnan Kıraç, Frank Gehry’yi seçmişti gerçekleştirmek istediği müze ve kültür merkezi için... Yer de belliydi... Tepebaşı’nda yanan Dram Tiyatrosu yerine yapılan ucube TRT binası ve çok katlı otopark alanı... Olayın, İstanbul Belediyesi, TRT yönetimi ve proje sahibi arasında nasıl bir yılan hikâyesine döndüğünü anımsayın... Parantezi kapıyorum.)
Bilbao Guggenheim Modern Sanat Müzesi 1997’de açıldı. Kent tarihinde bir kilometretaşı oldu; Bilbao’nun miladı oldu. Artık MÖ ve MS vardı. Müze öncesi ve müze sonrası...
Müze inşaatının başlamasıyla kent yerli ve yabancı mimarlara tüm kapılarını açtı. Ulusal ve uluslararası mimari yarışmalar birbirini izledi. Bilbao’da bir mimari eser gerçekleştirmek dünyanın en prestijli işioldu. Örneğin İngiliz Norman Foster metro giriş çıkışlarına imzasını atarken Japon mimar Atea İsozaki ikiz kulelerle, İspanyol mimar mühendis Calatrava Köprüleri’yle ve daha nicesi kenti zenginleştirdi. Bilbao artık tependen tırnağa bir sanat kenti olmuştu. Turizm patlamış, insanlar sırf bu çarpıcı müzeyi görmek için buraya akın etmiş, festivaller birbirini izler olmuştu. Ttiyatro ve opera binaları onarılmış, yenileri eklenmiş, müzeler, konser salonları çoğalmıştı. Bilbao nüfusunun büyük bir çoğunluğu artık hizmet sektöründe çalışıyordu.
Benim seksenli yılların başında gördüğüm yaralı yoksul ve yoksun kent 21. yüzyılı kucaklamış , halkının yaşam kalitesi değişmişti.
Bir kent nasıl uçurulur? Yıkarak değil, AVM ler açarak, gökdelenler dikerek değil, doğaya karşı gelerek, ağaçları söküp yerine mevsimlik çiçek dikerek, parkları, meydanları yok ederek değil, kent sakinleriyle kavga ederek hiç değil... Bir kent ancak o kent halkının yaşamına artı değer katarsanız, sürdürülebilir gelişmeye açık olduğunuzda, kültürel yaşamı zenginleştirdiğinizde, geleceğe yöneldiğinizde, yaratıcılığı, niteliği, evrensel ve çağdaş değerleri yücelttiğinizde “uçurulur”.
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları