Deprem: 20 yıl geçti, neden başaramadık?

16 Ağustos 2019 Cuma

Olası bir deprem için yapılması gereken hazırlıklar ve alınması gereken önlemler...
Orman yangınlarını önlemek ya da acil müdahale için alınması gereken önlemler...
Cinayet gibi iş kazalarının olmaması için alınması gereken önlemler...
Kadın cinayetlerinin azaltılması için yapılması gerekenler...
Çevre suçlarının işlenmemesi için yapılması gerekenler...
Bunların hiçbiri aslında birbirinden pek de farklı değil...
Ve ne yazık ki her birinde karnemiz çok kötü.
Yarın 17 Ağustos depreminin 20. yıldönümü. 7.4 büyüklüğündeki deprem 20 bine yakın can almıştı. Resmi olmayan kaynaklara göre ise bu rakam 50 bine yakın... Büyük bir megakent olan İstanbul’u da yakından etkileyen 1999 depreminin hemen sonrasında bu kadar ağır hasar ve yüksek oranlı can kaybının nedenleri özetle şöyle sıralanmıştı:
- Yapım hataları, zemin şartlarına uymayan yanlış temel tasarımları, kötü işçilik ve inşaatlarda kullanılan yapı malzemesi hataları ve çürüklüğü.
- Aktif fay hattı önceden bilinmesine karşılık bu hat boyunca yoğun yapılaşma ve yüksek nüfus.
Deprem uzmanları her fırsatta tekrarladılar: Benzer büyüklükte bir depremin olma olasılığı çok büyük. Hazırlıklarınızı yapın, binalarınızı iyileştirin, insanlara deprem eğitimi verin, toplanma alanlarını belirleyin...
Aradan koca 20 yıl geçti. Dile kolay 20 yıl.
Bugün, “İstanbul ve geniş anlamıyla depremden etkilenecek olan Marmara Bölgesi olası büyük depreme hazır mı” sorusunu yetkililere sorarsanız alacağınız yanıt ne olacaktır?
Yeni binaların deprem yönetmeliğine göre inşa edilmesi şartı getirilmesi, deprem sigortasının zorunlu hale getirilmesi ve kimi hasarlı kamu binalarının yıkılıp yeniden yapılması sıralanacaktır... Bunlar önemli ama yeterli mi? Tabii ki değil.
Kentsel dönüşüm adı altında güya depremde riskli binaların yenilenmesi amacıyla başlatılan projede, uygulamalar çoğunlukla spekülatif, yüksek ve kısa vadeli gayrimenkul kâr motivasyonları ile nispeten zengin bölgelerde geliştirildi.
20 bilim insanı ve araştırmacıdan oluşan Ulusal Deprem Konseyi kuruldu ancak bu konsey 2007 yılında lağvedildi. Gerekçe olarak “uygulama alanı kalmaması” gösterildi.
İstanbul’un birçok noktasına deprem konteynırları yerleştirildi ve toplanma alanları belirlendi. Belirlenen toplanma alanlarının büyük bir bölümü daha sonra imara açıldı. Yerlerine gökdelenler AVM’ler inşa edildi.
Sonuç: Bugün İstanbul ve çevresinde yine 7.4 büyüklüğünde bir deprem olsa, 20 yıl önceki can ve mal kayıpları kadar büyük bir yıkımın yaşanma olasılığı ne yazık ki hâlâ çok çok yüksek.
Peki, neden bunu bir türlü başaramıyoruz? Belki artık odaklanmamız gereken konu, yapıp yapmadıklarımız değil; yapılması gerekenleri neden yapamıyor ya da yapmıyor olduğumuz...
Bu yüzden deprem, zamanında söndürülemeyen orman yangınları, önlenemeyen iş kazaları, kadın cinayetleri, çevre suçları ve benzer birçok sorun için belki de öncelikle sorulması gereken soru tek: Neden başaramıyoruz?
Bunlar neden bir ülkenin “çözüm getirilmesi gereken ortak sorunları” arasına giremiyor. Giremediği için siyasi erk ile sermaye arasındaki girift çıkar ilişkisi, kâr, rant ve iktidar hırsı insanı, emeği, doğayı amansızca kendi çarkları arasında öğütüyor. Ve tam tersi; öğüttüğü için ortak sorunlara ortak çözümler geliştirmekte başarısız oluyoruz. Bu kısırdöngü içinde debelenip duruyoruz on yıllardır...
Bu döngüyü kırmanın bir yolu olmalı. O yolu bulduğumuz zaman her şey değişecek ve gerçekten her şey çok güzel olacak...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Biz modern insanlar... 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları