Olaylar Ve Görüşler

Din alanında hoşgörüsüzlük

18 Ağustos 2019 Pazar

İnsanımızda, toplumumuzda ve toplumumuzun farklı politik, ideolojik ve dini görüşteki kesimleri arasında genel olarak derin bir dar görüşlülük egemen. Ne bireylerin ne de politik, ideolojik ve dini grupların birbirlerinin farklı düşüncelerine, farklı görüş ve kanaatlerine saygısı var. Her kesimin birbirine tahammül esnekliği dibe vurmuş durumda. Daha da kötüsü paralel görüşteki toplum kesimlerinin kendi içlerinden çıkan farklı seslere de tahammülü yok.
Dinler tarihinde en baştan beri belli kişi ve grupların kendilerini, dini anlama ve yorumlama tekeline sahip olarak görmeleri, başka türlü anlama ve yorumlama girişimlerini sapıklık saymaları, din alanının iyi bilinen gerçeklerindendir. Bu yüzden çok büyük haksızlıklar, zulümler yapılmış; işkenceli cinayetler işlenmiştir. Stefan Zweig’ın son zamanlarda ilgi uyandıran, “Vicdan Zorbalığa Karşı” adlı önemli kitabı, 16. yüzyılda Avrupa’da din üzerindeki bu tekelci yorum anlayışının sebep olduğu insani trajedi tasvirleriyle doludur. Bu tekelci yorum anlayışı her devirde Müslümanlar için de geçerli olmuş; bu yüzden bizim tarihimizde de din/mezhep ihtilaf ve çatışmaları hiç eksik olmamıştır. En büyük ve en uzun ömürlü Müslüman devlet olan Osmanlı’da dinsel taassup her zaman baskın konumda olmuş; ilerici, yenilikçi hiçbir sese, yoruma, açılıma izin verilmemiştir. Dinsel alandaki yenilikçi, ilerici açılımlar bastırılınca, toplumda din her şeye egemen olduğu için askeri, siyasi, iktisadi alanlardaki çağa ayak uydurma girişimleri de başarısız olmuştur. Osmanlı’da din alanındaki bu taassup günümüzde de olumsuz rolünü sürdürmekte, çağa ayak uydurma çabası güden her ses, her adım, her girişim sapıklıkla suçlanmaktadır.
En başta İslam dininin kendi istikbali ve çıkarı için, sonra da bütün Müslüman toplumların çıkarı için herkesin, öncelikle de yetkin din bilginlerinin ve ilahiyatçı akademisyenlerin özgün ve yenilikçi düşünce ve görüşlerini bir engelle karşılaşmadan açıklayabilmesinin önü mutlaka açılmalıdır. Düşünce ve kanaatleri kısıtlamaların, engellemelerin egemen olduğu bir ortamda toplumların muhtaç olduğu hiçbir gelişme ve ilerlemenin sağlanması mümkün değildir. Bugünün Batı’sı temsil ettiği bütün değerleri her şeyden önce bu ortamı sağlayabilmiş olmasına borçludur. Müslüman dünya için de başka bir çıkar yol yoktur.
Bugün ülkemizde kişiselliğe, bireyselliğe hiç hak tanımayan; geleneğe ve genel kabule aykırı görüşlere, açıklama ve yorumlara anında itiraz eden; bunları seslendirenlere sık sık linç ve ölüm fetvaları çıkaran yapıların başında dini örgütler geliyor. Bunların da başında mezhepler, tarikatlar ve cemaatler yer alıyor. Bu oluşumların önderleri, temsilcileri; beğenmediği, kendi kabulüne aykırı bulduğu bir ses, bir yorum, bir çıkış söz konusu olduğunda onların sahipleri aleyhinde derhal yoğun bir kampanya başlatıyorlar.
Bu kampanyalarda farklı sesleri, çıkışları irdeleme; bunların sahiplerinin düşüncelerini, meram ve maksatlarını anlama çabası hiç olmuyor. Kendilerine göre, bu farklı sesler ve sahipleri mutlaka kötü niyetli, mutlaka sapık oluyorlar. İnananların kafasını bulandırıyorlar. Yeni yorum arayışındaki ilahiyatçıların bütün dünyada Müslümanların yaşadığı sancılara bir çare, içinde bocaladığı problemlere bir çözüm olabilecek bir arayış çabasında olabileceğini akıllarından bile geçirmiyorlar.
Son otuzkırk yıldır Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi çevresinde oluşan “Ankara Okulu” ile yola koyulan, kişisel olarak Hüseyin Atay, Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk’le başlayıp Mustafa Öztürk, Abdülaziz Bayındır, Mehmet Okuyan gibi akademisyenlerle devam eden bir yenilikçi hareket, en küçük bir empatiye muhatap olmadan; maksatları, niyetleri sorgulanmadan birçok hücuma, karalamaya maruz bırakılıyor. Sözü edilen akademisyenlerin ve benzerlerinin; taassupla, geleneksel yorumlara sıkı sıkı bağlanmakla günümüz Müslümanlarının sıkıntılarına çare bulunamayacağını gören; bundan hareketle modern açılımlara, yorumlara ulaşma çabası güden insanlar olduğu bir türlü kabul edilmiyor.
Geleceğin toplumları, farklılıkları karşılıklı saygı ve barış içinde bir arada yaşatmayı başaran; kimsenin kimseye, bir kesimin diğerine bir dayatmada bulunamayacağı demokratik çoğulcu toplumlar olacaktır.
Günümüz Batı toplumları bu amaca önemli ölçüde yaklaşmışlar; ne kadar farklı, ne kadar aykırı olursa olsun her türlü inanç, düşünce ve felsefeye saygıyı, en azından tahammülü başarmışlardır. Müslümanlar da bunu başarana kadar ne yazık ki krizler içinde bocalayıp duracaklardır.

İsmail Özcan
Eğitimci/Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları