Olaylar Ve Görüşler

Altın, Kaz Dağları ve insan

24 Ağustos 2019 Cumartesi

Siyanür kullanan değerli metal madenciliğine karşı, gerçekleştirilebilir seçenekler bulunmaktadır; fakat maden sanayii tarafından benimsenmemektedir; çünkü, siyanür olası tehlikeleri çevre ve halkın üzerine yıkabildikleri sürece- en “ucuz” seçenektir.

Yeryüzünde hiçbir hayvan doğayı, iklimi insan denli değiştirmez; yeryüzü şekillerini insan denli bozmaz; doğa kaynaklarını insan denli sömürmez.
Çevrebilim (ekoloji), canlılar arası ilişkileri ve canlıların çevreleriyle olan ilişkilerini bilimsel olarak inceleyen araştırma alanıdır. Çevrebilim yalnızca bir biyoloji altdalı değil, aynı zamanda bir insan bilimidir. İnsanın çevresiyle ilişkilerini de inceleyen bilim dalıdır. Bütün ilişkilerin olduğu gibi insan-çevre ilişkisinin de bir ahlaksal boyutu vardır. Başka bir deyişle, doğayla ve öteki canlılarla ilişkilerimizde geçerli değer yargıları vardır. Doğayı etkileyen insan eylemlerinin doğruluğu ya da yanlışlığı, eylemin hangi değer yargısına göre belirlendiğine bağlı olarak değişir.
Altın madenciliğinin uygulayıma ilişkin sorunlarını, doğa ve insan yaşamı üzerinde etkilerini -eğer altın madenciliğinde çalışmamışsa- bir maden mühendisinin bile düşlemesi zordur.
Altın madenciliği ile ilgili yazılarda sıkça şu tümceye rastlanıyor: “...öncelikle kamuoyunda yaygın olarak yapılan bir yanlışı düzeltmeliyiz. Maden arama çalışmaları sırasında siyanür kullanılmamaktadır. Yani “siyanürlü altın aramacılığı” diye bir olgu yoktur. Siyanür, maden işletmeciliği sırasında altının cevherden ayrıştırılması için yapılan liç işleminde kullanılmaktadır.”

LİÇ işlemi nedir?
Bunu söylediğimizde kamuoyunu aydınlatmış oluyor muyuz? Kamuoyu, maden işletmeciliğinin -arama, işletmeye hazırlık ve işletme- evrelerini bilir mi? Daha da önemlisi, “liç” işleminin ne olduğunu bilir mi? Konunun teknik yönlerini hangi bilgi düzeyinde anlatmalı ve tartışmalıyız? Bu bir yana, kamuoyu açısından önemli olan ahlaksal boyutudur; bir başka deyişle tüm canlılara ve doğal yaşama karşı tavırdır konuşmamız gereken.
Konuya önce şu “liç” işlemini anlatarak başlayalım. Sözlükte, maden cevherinin suda eriyen, çözülen kısımlarını topraktan ayırmak; çözeltiye almak; eritmek olarak açıklanıyor. Biz bu sözcük yerine “çözeltme” ya da “çözeltim” sözcüğünü önermek istiyoruz.
Kaz Dağları’ndaki bizim de karşı olduğumuz- ağaç kesimi, işletmeye hazırlık evresinin bir parçasıdır. Orada yapılan bir can kırımıdır. Ağaçlar seslerini çıkaramıyor, kaçamıyor diye onlar adına ses çıkarmayacak mıyız?... Sorun burada bitmiyor. Ağaçlar tıraşlandıktan sonraki aşamada, cevher yatağının üstündeki toprak örtüsü sıyrılacak ve ocak basamaklar halinde hazırlanarak üretime geçilecektir.

1 tonda 10 gram altın
Genellikle altın içeriği düşük cevherlerde altın bir ton kaya başına on gramdan azdır. Basamaklardan patlatmayla sökülen kayalar, kırma ve öğütmeden geçirilir. Bundan sonra, öğütülmüş kaya yığınına seyreltik siyanür çözeltisi, püskürtme ya da damlalı yağmurlama yoluyla uygulanır ya da öğütülmüş cevher kapalı tanklara alınarak siyanür çözeltisiyle karıştırılır.
Siyanür (CN), yığındaki minik altın parçacıklarına yapışarak suda çözülebilir bir siyanür- altın bileşiği oluşturur. İstenen metalleri çözerek içine alan “yüklü” siyanür çözeltisinden altın daha sonraki bir aşamada ayrılarak kazanılır.
Siyanürle altın ayrıştırma işlemi sonunda, büyük miktarda “atık” ortaya çıkar. Patlatılıp kazılan cevher öğütülüp içinden istenen metaller elde edildikten sonra kalanlara “atık” denir. Eğer bir maden projesi birkaç yüz milyon metrik ton cevheri işlemden geçirecekse, sonuçta o proje yaklaşık aynı miktarda siyanürlü atık üretecektir. Bu atıklar atık barajlarında biriktirilmektedir.
Günümüz iklim koşullarında olağan, şiddetli sağnak yağışlarda, dakikalar içinde derelerden sel geldiğini biliyoruz. Atık barajlarındaki olası taşmaların bir ekosistemi zehirli düzeyde siyanürlü sular altında bırakması olasılığı vardır.
1975-2000 yılları arasında Avrupa Birliği ülkelerinde, altın madenlerinde meydana gelen kazaların yüzde 14’ü siyanür taşıma sırasında, yüzde 14’ü boru aksamaları nedeniyle, yüzde 72’si ise atık barajlarında meydana gelmiş, binlerce insanın yaşamını etkilemiş, etkilediği bitey (flora) ve direyi (fauna) yok ederek milyarlarca Avro zarara yol açmıştır. Böylesi kazalardan sonra, ekosistemin toparlanması yıllar almakta ve temizliğin faturası vergi ödeyenlerin sırtına yüklenmekte, sorumlu şirket de iflas masasına başvurmaktadır. (Background Note on Cyanide in Gold Mining, Avrupa Parlamentosu, Çevre, Kamu sağlığı ve Beslenme Güvenliği Komitesi Sekreterliği, 5 Eylül, 2013)

Avrupa’daki kazalar
AB’nin çevre kirliliğini ve çevrenin bozuşmasını önlemeyi amaçlayan ince ayrıntılı yönetmelik ve denetimleri bulunmaktaysa da, belirli bir sanayi dalında ilgili yönetmeliklere tam tamına uyulsa bile, aralıklarla kazalar meydana gelmektedir: 1985 yılında İtalya’da (Stava’da), 1998’de İspanya’da (Los Frailes’de) olduğu gibi... En kötü kaza 2000 yılında, Romanya’da, Baia Borsa’daki altın madeninde meydana geldi. Yağan yağmur, kar ve buzun atık barajında açtığı yarıktan (gedikten) 100 bin metreküp siyanürlü atık çevredeki su havzasına aktı. Sonuçta, komşu Macaristan ve Sırbistan’da 2.5 milyon insan içme suyundan yoksun kaldı Szamos- Tisza-Tuna nehir sistemindeki yüzlerce ton balık öldü.
Talvivaara’daki korkunç kaza, Finlandiya gibi bir ülkede bile altın, bakır ya da nikel madencilik şirketlerinin, atık havuzlarındaki zehirli atıkların yönetiminde ciddi sorunlar yaşadıklarını göstermektedir.
Siyanürün madencilikte kullanımının tehlikelerinin ve maden kazalarının çevre üzerindeki geri dönüşü olmayan sonuçlarının ayırdına varan bazı AB ülkeleri (Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Almanya) siyanür kullanımını yasakladılar.

Başka yollar da var
Siyanür kullanan değerli metal madenciliğine karşı, gerçekleştirilebilir seçenekler bulunmaktadır; fakat maden sanayii tarafından benimsenmemektedir; çünkü siyanür olası tehlikeleri çevre ve halkın üzerine yıkabildikleri sürece- en “ucuz” seçenektir.
Doğadan istediklerini aldıktan sonra, toprağı sonsuza dek cerahatli bir yara ile baş başa bırakıp gitmektedirler.
Altı yıl önce (2013), yine Romanya’nın Batı Transilvanya dağlarındaki Roşia Montana’da- “Kızıl Dağ”da- bir Kanada şirketince (Gabriel Resources) Avrupa’daki en büyük altın madeninin açılmasına ramak kalmıştı. On binlerce insan aylarca, ara vermeksizin, her hafta gösterilerde bulunmayı sürdürerek sonunda hükümeti maden açma işini durdurmaya zorladı.
2015’e şirketin, Dünya Bankası Hakem Mahkemesi’nde (ICSID) Romanya aleyhine dava açarak kârdan zararına karşılık 4.4 milyar dolar (Gayrisafi Ulusal Gelirinin yüzde 2’si) tazminat istediği bildirildi.
O güne gelinceye değin Gabriel Resources, Roşia Montana köyündeki mülklerin çoğunu satın almıştı; yalnızca savaşımda direnenler kalmıştı geride.
Dava Washington’da kapalı kapılar ardında sürerken, Roşia’ya yeni insanlar eylemciler, mimarlar, sanatçılar- taşınmaya başladı ve komşu dayanışması üzerine kurulu yeni bir toplum yarattılar.
2017 yılında, bir teknokratlar hükümeti, kamuoyundaki destekten güç alarak madenciliğin ta Romalılar döneminden bu yana, iki bin yıldır sürmekte olduğu Roşia Montana’yı Dünya Mirası listesine aldırmak için UNESCO’ya başvurdu; çünkü, bu köy Romalılardan kalma maden bacalarına, mimarlık yapılarına ev sahipliği yapmaktaydı.
Köyün uluslararası korumaya kavuşacağını UNESCO belirtmişken, Romanya’nın yeni Sosyal-Demokrat hükümeti 2018 yılında başvuruyu geri çekti. Eylemciler, Romanya’nın şirketle yeni bir anlaşmaya yanaştığı korkusuna kapıldılar.
Bugün Roşia Montana bir belirsizlik içinde bekliyor. Yine de yerel toplum etkinliğini sürdürüyor. Romanyalılar, Roşia Montana bölgesi için savaşımı canlı tutuyorlar. Bunu, ulusal ve uluslararası düzeyde eylemleriyle ve kitlesel katılımla sağlıyorlar.
“Roşia Montana’yı Kurtar” kampanyasının internetteki www.rosiamontana.org bağlantısında yayılan bir dakikalık filmi şu sözlerle bitiyor:
“İnsan, üstünde taşıdığı altından daha değerlidir, vatan toprağı da öyle...”

Ülkün Tansel
Maden Y. Mühendisi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları