Lorca’nın Kahvesi

11 Aralık 2014 Perşembe

MADRİD-Alfonso yok, ölmüş.
Café Gijon’dan girer girmez gözüm onu aradı.
Alfonso’nun kapının yanında duvara dayalı bir tezgâhı vardı.
Yaz, kış orada sigara satardı. Restoran ve barlarda sigara dumanından geçilmeyen İspanya’ya “yasak” gelmeden az önce Alfonso eceliyle ölmüş.
Yaşlı satıcının geleneksel tezgâhının bulunduğu duvara ardından bir plaket asmışlar.
Üzerinde; “Alfonso kibritçi ve anarşist; sigara sattı ve yaşama tanıklık etti. Café Gijon’dan arkadaşları” yazıyor.
Cumhuriyetçi, solcu, anarşist “Alfonso” yok artık ama adı burada hâlâ yaşıyor.
Café Gijon sadece aparetifleri ve yemekleri ile değil, anıları ile de meşhur bir yer.
Sanat üçgeniPrado, Tyssen Bornemisza, Reina Sofia müzelerine açılan “Paseo de Recoletos/Recoletos Bulvarı” üzerinde bulunan kahve, ülkenin tarih yazan en özgün mekânlarından biri.
Müşterileri arasında kimler yok ki!
Rafael Alberti, Valle Inclan, Jose Garcia Nieto gibi şairler; Perez Galdos, Camilo Jose Cela, Francisco Umbral, Antonio Gala çapında yazarlar, Raul del Pozo, Arturo Perez Reverte, Manuel Vincent gibi çok tanınmış gazeteciler, Luis Garcia Berlanga, Fernando Fernan Gomez gibi birbirinden parlak yönetmenler, aktörler; adlarını daha sayamayacağım müzisyenler, karikatüristler, ressamlar, ünlü boğa güreşçileri gelmiş geçmiş Café Gijon’un masalarından.
Öyle ya da böyle hepsinden anılar kalmış.
Kiminin imzası, kiminin portresi, kiminin karaladığı şiirler var kahvenin duvarlarında…
Lokalin sigara satıcısının anısına duvara çakılan plaket gibi tıpkı, Gijon sekmeden her şeyi kaydediyor.
Café Gijon’un hafızasından hiçbir şey silinmiyor.

Yahya Kemal kralı anlatırken…
İspanyolcanın en büyük şairi Lorca’nın matador Sanchez Mejias’la yaşadığı aşk da buna dahil…
Yahya Kemal’in Madrid’de büyükelçi olup da Kral XIII. Alfonso’nun av ziyafetleri ile meşgul olduğu yıllarda; Lorca, tutkuyla bağlı olduğu Mejias’la yaz geceleri gelip Gijon’un önündeki ağaçlıklı bulvara bakan terasta sık sık otururmuş.
Kahvede yası tutulan ilk ortak trajedi; sade bir matador değil aynı zamanda yazar ve şair olan Sanchez Mejias’ın bir boğa tarafından öldürülmesi olmuş.
Tarihi Manzanares arenasında yaşamını yitiren efsane matadorun ardından Lorca; en içli ve dokunaklı şiiri “Öğleden Sonra Beş’te”yi kaleme almış ve Sanchez Mejias’ın anısına tüm Gijon ağlamış.
Ama Gijon’da trajedilerin en büyüğü, ’36 yazında bizzat Lorca’nın öldürüldüğüne dair alınan haberle yaşanmış. Bu müstesna kahvenin tüm serüveninin anlatıldığı Café Gijon’un Kitabı’nda, “Kardeş kavgasıyla buraya sessizlik ve acı çöktü” diye anlatılıyor o yıllar; “Milliyetçiler ve Cumhuriyetçiler arasında nefret büyüyordu. Taraflar, görüşlerindeki siyasi uçurumdan bağımsız olarak birbirlerini, sırf duydukları karşılıklı nefret yüzünden öldürüyordu. İki cepheden de yüzlerce ölü olduğuna dair sarsıcı haberler kahveye ulaşıyordu…

Kriz mönüsü: 12.5 Avro
Masalara erişmek için müşterilerin bugün kuyruk olduğu Café Gijon’da iç savaşın o kasvetli sükût yıllarını hayal etmek mümkün değil.
Beyaz-koyu kahve damalı iri yer döşemeleri üzerinde bistro tarzı klasik ahşap sandalyeler ve mermer masalardan oluşan bir asrı deviren kahvenin dekoru, tarihi boyunca aynı kalmış...
Kırmızı kadife perdelerle çevrili sokağa açılan dev pencereler bile geçmişte olduğu gibi ahşap çerçeveleriyle muhafaza edilmiş.
Masaya şipşak hizmet eden garsonlar dahi hâlâ kavrulmuş boğa güreşçilerinin geleneksel İspanyası’nı çağrıştırıyor.
Müşteriler de zaten bir hayli yaşlı. Öyle bilgisayarı ile baş başa oturan gençler yok civarda. İşten öğle yemeğine çıkanlar ve kadın kadına yemek yiyen geleneksel müdavimler, cep telefonları yerine birbirleri ile konuşuyorlar. Fiyatlar da makul; en iyi kalite bira ya da şarap dahil olmak üzere konsome, antrikot ve patates kızartması, fırında elma tatlısından oluşan mükellef bir yemeğe fiks mönü adam başı 12.5 Avro ödüyoruz. Bu hesaplı liste, “kriz İspanyası” düşünülerek hazırlanmış…
Sadece tarih değil, İspanyol ekonomisinin performansı da burada her zaman olduğu gibi bire bir hissediliyor...
İç savaş sonrasında İspanyollar yıllarca burada yalnız kahve ve su içmişler. Savaşın bitiminden 20 yıl sonra ekonominin nihayet toparlanmasıyla, konsomasyon tekrar çeşitlenmiş.
Franko’nun ‘50’lerde ABD ile yaptığı ilk üs anlaşması ardından İspanya’ya Marshall yardımı gelmiş.
Café Gijon, bu dönemde “viski” ile “cin”i keşfetmiş!
Ava Gardner ve ölümünden sonra küllerinin bu ülkede kalmasını isteyen Orson Welles gibi Holywood’un İspanya âşıkları da Gijon’dan adımlarını ilk kez içeri atmışlar.
’60 lar ve ‘70’ler, İspanyolların birbirleri ile barıştığı dönem olmuş…
Edebiyat kariyerine Camilo Jose Cela’nın ayrıcalıklı kanatları altında başlayan ünlü yazar Francisco Umbral, Café Gijon’a Vardığım Gece adlı kitabında o yılları şöyle anlatıyor:
Franco hapishanelerinden çıkanlar (Café Gijon’un masalarında), muzaffer kışlalardan çıkan insanların bardaklarına (artık nihayet!) su dolduruyordu. (Dikta döneminin) jilet gibi ütülü giyimli bakanlık mensupları ise ucuz sigara içen baskı kurbanı muhaliflere, ateşlerini uzatıyordu…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları