Leyla Tavşanoğlu

Tezgâh 11 yıl önce kuruldu

14 Aralık 2014 Pazar

Dilbilimci Dr. Ateş, Osmanlıcayı zorunlu ders yapma girişimlerinin perde arkasını anlattı:

Talim Terbiye Kurulu’ndaki bir toplantıda sosyal bilimler lisesi adında yeni kurulan bir okulda Osmanlıcayı zorunlu ders yaptılar. Bugün bu liselerin sayısı 32’ye çıktı. Hepsinde Osmanlıca zorunlu ders. 

AKP iktidara geldiğinde bir işi dayatmak istedikleri zaman “Siyasi irade böyle istiyor” diyorlardı. Ecevit döneminde böyle ifadelerle karşılaşmadım. “Siyasi irade böyle istiyor” sözleri söylense çok gürültü kopardı. 

 

Dilbilimci Kemal Ateş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Osmanlıca öğrenme dayatmasına ateş püskürüyor. Osmanlıca dayatmasının bugünün işi olmadığını, AKP’nin 2003’te seçilir seçilmez “sosyal bilimler liseleri” kurma kisvesi altında bu liselerde zorunlu Osmanlıca dersleri koydurduğunu anlatıyor. Eski mezar taşlarını okuyamamaktan yakınanlar için, “Okusanız ne olur okumasanız ne olur” diyor. Ateş, AKP’nin hükümetteki ilk yıllarında özellikle Osmanlıca öğretilmesine destek veren aydınları da sert bir dille eleştiriyor.
- Siz 2002-2003 arası Talim ve Terbiye Kurulu üyesiyken Osmanlıca ders dayatması önünüze gelmişti. O dönem yaşadıklarınızı anlatır mısınız?
K.A.- Ben önce kurula nasıl girdiğimin öyküsüyle başlayayım. Ekim 2002’de görevlendirildim. Ekim 2003’te de görevim bitti. AÜ Türk Dili Bölümü Başkanı’ydım. Bu öyküyü şunun için anlatıyorum. Dönemin Başbakanı Ecevit hızlı kadrolaşmadı. O hükümet, atama yaparken çok titiz davrandı. Hatta, “Kadrolar boştu. AKP’ye tepsi içinde teslim ettiler” diye çok eleştiri almıştı.
Beni de dönemin Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu bir konferansımda izleyip kurula atanmamı istemişti. Derken seçim oldu. AKP iktidarı geldi. Boş kadrolar hemen dolduruldu; dolu olanlar da boşaltıldı. Yerlerine kendi adamları getirildi. Hızla bir tasfiye hareketi başlatıldı. Talim Terbiye Kurulu’nu bu işi kıvıramayacak insanlarla doldurdular.
Bir süre o ekiple çalışmak durumunda kaldım. Üniversiteden bir yıllığına kurula gelmiştim. Görev sürem uzatılabilirdi. Uzatmadılar. Bir toplantıda sosyal bilimler lisesi diye bir lise kurulması gündeme geldi. Lisenin programına baktığımda Osmanlıca Türkçesi dersinin bulunduğunu gördüm. Çok kurnazca, lise kurulmasının içine sıkıştırdılar. Konu ayrıntılı tartışılmadı. Zaten Ecevit döneminden iki kişi kalmıştık. Ama toplantı bittikten sonra bir üye arkadaşa, “Eski yazı dersi kabul edildi. Bunun farkında mısın?” diye sordum. Hayretle yüzüme baktı. Farkında bile değildi.
- Bu sosyal bilimler lisesinin akıbeti ne oldu?
K.A.- Ben 2003’te Milli Eğitim’den ayrıldım. Ancak edindiğim bilgilere göre sosyal bilimler liselerinin sayısı 32’ye kadar ulaştı. Bu liselere kendi ideologlarının, yazarlarının adlarını veriyorlar. Buralarda Osmanlıca dersleri zorunlu. Bu sayı daha da artabilir.
- Ecevit dönemi bitip AKP hükümeti işbaşına geldiğinde nelerle karşılaştınız?
K.A.- Bir işi dayatmak istediklerinde “Siyasi irade böyle istedi” diyorlardı. Ben Ecevit döneminde böyle ifadelerle karşılaşmadım. “Siyasi irade böyle istiyor” diye karşımıza gelselerdi çok gürültü kopardı.
O günlerde görev sürem bitti. Olan bitene basının ilgi gösterip göstermeyeceğini bekledim. Ama sadece Ceviz Kabuğu programı ilgi gösterdi. Orada uzun uzun tartışıldı. O programa Milli Eğitim Bakanlığı’nı temsilen o zamanki Müsteşar Prof. Nejat Binici katıldı. Elinde bir dosya vardı. Programdan önce fark ettirmeden dosyanın birinci sayfasına baktım. Bir de ne göreyim. Osmanlıca dersine destek veren aydınların listesini yazmış.
- İçlerinde ilginç isimler olduğunu duymuştum. Kimler vardı?
K.A.- Prof. İlber Ortaylı, Doğan Hızlan, Hilmi Yavuz isimlerini iyi hatırlıyorum. Zaten programdaki ilk sunumunda, “Elimde bir aydınlar listesi var. Bunlar bizi destekleyenler” diyerek isimleri sıralamaya başladı. Ardından bildiğimiz gerekçeleri sıraladı.
Yok efendim, Osmanlıca bilinmediği için eski mezar taşları üzerindeki yazılar okunamıyormuş, Osmanlı kültüründen uzaklaşılmış, geçmişle kültürel bağlarımız koptu gibi...

Mezar taşını okusanız ne olur?
Cumhuriyet kurulduğunda okuma yazma oranı yüzde 6’ydı. Geri kalan yüzde 94 bugün okunamadığından şikâyet edilen mezar taşlarını zaten okuyamıyordu.

- Eski mezar taşları okunsa ne olur okunmasa ne olur?
K.A.- Hiçbir şey olmaz. Mademki bu mezar muhabbeti aldı başını gidiyor, size bir mezar hikâyesi anlatayım. Biz Osmanlıca sevdası yüzünden geçmişimizde bir dil mezarlığı bıraktık. Osmanlı aydını, Yunus Emre’nin o güzelim, pırıl pırıl diline, Karamanlıoğlu Mehmet Bey’in fermanına itibar etmedi. Hızla, Osmanlıca denilen, Arapça, Farsça, biraz da Türkçe üzerine kurulmuş bir dile yöneldiler.
Türkçeyi “lisanı avam” (halk dili) diye aşağıladılar. Yazarlar, şairler arada bir Türkçe yazmaya kalkışsalar bunu utana çekine yaptılar. Osmanlı döneminde insanlar çarşıda, pazarda, evde konuşulan Türkçe, demin de söylediğim gibi “lisanı avam” olarak aşağılandı. Halkın diline kulak verilmedi. Yapay, Osmanlıca dediğimiz bir dil oluşturuldu.
O nedenle bizim çok güzel sözcüklerimiz yok olup gitti. Adeta bir mezarlığa gömüldü. O sözcüklerden size biraz örnek vereyim. Pek sevdiğimiz “first lady” sözü var. Bunun 12., 13. yüzyıl Türkçesinde karşılığı var. “Ulu kadın” ya da “ulu hatun” denirdi. “Strech elbise” diyorlar. Bunun da aynı dönem Türkçesinde karşılığı “sıkma giyecek”. Cadde, otoban diyoruz. Bunun da unutulan karşılığı “ulu yol”.
Meşrubata “içik”, mefruşata “evbezeği” denilmiştir. Süvari “at-eri”dir. Bu güzelim sözcükler bir mezarlığa gömüldü. Atalarımızın bu kültürel zayıflığı yüzünden biz geride büyük bir dil mezarlığı bıraktık. Cumhuriyet kadroları Türkçenin bu serüvenini çok iyi kavradılar. Türk Dil Kurumu (TDK) kurulduktan sonra alınan kararlardan biri dilin geçmişteki zenginliğini ortaya çıkartmaktı. Ciltlerce Tarama Sözlüğü yayımlandı.
- Bir de Anadolu’daki yarı ölü sözcüklerden söz edersiniz...
K.A.- Yaşar Kemal ve o kuşak Anadolu’da adeta dil dışı bırakılmış bir dili keşfettiler. O “lisanı avam” aşağılaması. Bizde yazarlar, bilim insanları hâlâ yerel dili tam anlayamadılar.
Biz geçmişte atalarımızın yapay dil yaratma çabası yüzünden Türkçeyi bir mezarlığa gömdük.
- Anladığım kadarıyla hükümet gelen tepkiler üzerine Osmanlıcayı zorunlu ders olmaktan çıkardı, seçmeli yaptı. Acaba bir süre bekledikten sonra bunu yeniden zorunlu ders yapmak için harekete geçerler mi?
K.A.- Yeniden harekete geçeceklerdir. Çünkü bunlara böyle malzeme lazım. Bu sistem içinde halka ciddi anlamda verebilecekleri bir şey yok. İşsizliğin önüne geçemeyecekler. Yolsuzluk zaten işleri, meslekleri haline gelmiş. Bu açıdan da kimseyi tatmin edemeyecekler. Adalet hiç kalmamış. O onu, bu bunu içeri sokuyor. Çağdaş devlet olma anlamında verebilecekleri hiçbir şey yok. Böyle ideolojik kışkırtmalarla, ideolojik öğeleri kullanarak siyaset yapacaklar. Başörtüsünü neredeyse ilkokula kadar getirdiler. Ondan sonra eski yazıyı, Arapçayı ele alacaklar. Bunlar bitmeyecek. Kendilerine oy veren, iktidarı ellerinde tutmalarına güç veren kitleyi tutabilmek için bunları kullanacaklar. Bu işin esası şeriatçılıktır. Kendilerini güçlü hissettikleri anda zorunlu Osmanlıcayı yeniden gündeme getireceklerdir. Yeniçeriden her zaman söz ederler. Yeniçerinin din bilginleriyle, ulemayla dayanışmasına hayrandırlar. Bu dayanışma bittiyse Osmanlı bitti, derler.
Bakın, ülkede işsizlik, ekonominin kötüye gitmesi, geçim sıkıntısı gibi gerçek sorunlar varken bunları bırakmışız neler konuşuyoruz.
- Bütün cumhurun başkanı ve tarafsız olmaya TBMM’de yemin etmiş bir Cumhurbaşkanı’nın “İsteseler de istemeseler de (Osmanlıcayı) öğrenecekler” dayatmasını nasıl karşıladınız?
K.A.- Ne kadar dayatmacı bir anlayış. Demin size anlattım ya Talim Terbiye Kurulu’nda, “Siyasi irade böyle istiyor” dediklerini... Bu, ben Osmanlı Türkçesi okudum, dolayısıyla herkes okuyacaktır ben karımın başını kapattım, herkes kapatacak ben oruç tutuyorum, herkes tutacak, demektir.

Osmanlıca her babayiğidin harcı değil
- Yalnız anlaşıldığı kadarıyla bunlar doğru dürüst Osmanlıca da bilmiyorlar. Geçen gün CHP milletvekili Prof. Binnaz Toprak, “Ben Ahmet Davutoğlu’nun hocasıydım. Osmanlıcayı öğrenemedi” dedi. Acaba niye öğrenemedi dersiniz?
K.A.- Osmanlıcaya bir girdiniz mi üç dilin gramerini öğrenmeniz lazım. Bugün Türkçede 90 bin sözcük varsa 200 bin sözcük Farsçadan, 300 bin sözcük Arapçadan gelir. Bunun sonu yok. Bunlar karışınca ortaya başka bir şeyler çıkar. Sözcükler yozlaşıyor. Osmanlı Türkçesi 1910’lu yıllardaki dil tartışmalarında Batı Türkçesi anlamında kullanıldı.

Bunların öğretmek istedikleri bizim eski yazı dediğimiz yazı türü. Biz matbaayı çok geç aldık. Öyle 14., 15. yüzyıllarda bir sürü eser verilmedi. Binlerce eser yaratılsaydı okuma yazma oranı çok yüksek olurdu. Oysa Cumhuriyet kurulduğu zaman okuma yazma oranı yüzde 6’dır. Bu oran yüzde 50 olsaydı yazı ve dil devrimi konusunda Atatürk en azından düşünürdü. Yani olumsuzluktan olumlu bir devrim ortaya çıktı.
Okuma yazma bilmeyen o yüzde 94 zaten bugün okunamadığı söylenen mezar taşlarını okuyamıyordu. O yüzde 94 için kütüphanedeki kitaplar birer tuğladan ibaretti. Dil devriminden sonra eski eserler hızla yeni yazıya çevrildi. Bugün atalarımızın yazdığı o eserleri artık hepimiz okuyabiliriz. Ama okuma alışkanlığı yok. Biz sadece ecdat üzerinden hamaset yapıyoruz. Kimi kandırıyorsunuz?

Okumayan, okuma hamaseti yapmasın
- Zaten Tayyip Erdoğan göğsünü gere gere hiç kitap okumadığını söylemedi mi?
K.A.- İşte o kadar. Okumuyorsun o zaman niye hamasetini yapıyorsun? Okuyacaksan yeni yazıya çevrilenleri istediğin gibi okuyabilirsin. Üniversitede altı yıl eski yazı okudum. Unutmamak için yeni yazıya çevrilmemiş bir kitap aradım. Bulamadım.
Bir de eski yazıda farklı stiller vardır. Divan, kufi derler. Hatta “siyakat” dedikleri bir yazı türü vardır. Herkesin öğrenmesini istemezlerdi. Bu yazı türü tapu sicillerinde kullanılır. Amaç tapularla oynanmasını önlemektir. Daha açık söylemek gerekirse herkesin okumasını engellemek için geliştirilmiş bir yazı türü bile vardı. Daha da öte padişah fermanlarını da herkes, her babayiğit okuyamaz. Onlar ayrı bir stille yazılırdı. Bazı hattatlar “ayn çekmek” derlerdi. Ayn harfini öyle bir yazarlardı ki o harfi tanıyamazdınız.
Bugün üniversitede eski yazı öğrenerek mezun olmuş gençlerimiz var. Ama bunu unutup gidiyorlar. Çünkü kullanabilecekleri bir yer yok.

AKP toplumun içini çürütüyor
-Yani amiyane tabiriyle bizim hükümet üyeleri ve Cumhurbaşkanı biraz işkembeden mi atıyorlar?
K.A.- Kendi taraftarlarını canlı tutmak, gündemi değiştirmek, ayyuka çıkmış kusurlarını unutturmak için boyuna böyle tartışma konularını ortaya atıyorlar.
- Bu tür dayatmacı siyaset sonunda sosyal patlamalara yol açmaz mı?
K.A.- Günün birinde mutlaka olacaktır. Ama olduğu zaman bütün ülke büyük kayıplara uğrar. Genç kuşaklar, pırıl pırıl değerler yitip gider. Maalesef artık devlet kadrolarında liyakat anlayışı bitti. İnsanlar artık dini, siyasi eğilimlerine bakılarak atanıyor. Ülke bundan büyük zarar görüyor. Bana göre içten içe çürüyor. Patlama mutlaka olacaktır. Ama bunun yanında çürüme de oluyor.
- Kendilerine sözüm ona sanatçı ya da aydın diyen birtakım tipler türedi. Bunların hiç durmadan Tayyip Erdoğan şakşakçılığı yapmalarını nasıl karşılıyorsunuz?
K.A.- Onlar için şöyle diyeceğim: İkbalin eteğinden tutmasını biliyorlar. İkbal düşkünlüğüyle sanatçılığı hiçbir zaman bağdaştırmıyorum. Onların gerçek aydın ve sanatçı olduklarından da kuşkuluyum.
Onlara, otur köşene çekil sanatını icra et, demek lazım.

PORTRE 
DR. KEMAL ATEŞ 
Kırşehir/Kaman, 1947 doğumlu. DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. İki yıl Amasya Lisesi edebiyat öğretmenliğinden sonra 1972’de Ankara Üniversitesi’ne (AÜ) öğretim görevlisi olarak atandı. Türk dili, çocuk edebiyatı dersleri verdi. Aynı üniversitede doktorasını yaptı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlandı. Roman ve öyküleriyle Lions, MAY, Edebiyatçılar Derneği, PEN Orhan Kemal ödüllerini kazandı. 2002-2003 arası Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği yaptı. Yirmi yıl yürüttüğü AÜ Türk Dili Bölümü Başkanlığı’ndan iki yıl önce emekli oldu.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları