Bireyin ‘Ehlileştirilmesi’…

15 Aralık 2014 Pazartesi

“Birey, elbette ehlileştirilmelidir”, diyor Alev Alatlı. Bireye belli bir ideolojinin giydirilebilmesi için, onun “ehlileştirilmesini” koşul sayıyor.
“Ehlileştirme” - yani uslandırma, söz dinler hale gelme ya da “evcilleştirme”; hangi ev’in “evcil”i olursa olsun.
Alev Alatlı, bir “yazar”. Peki, yazar kimdir? Doğası ve misyonu gereği “Aydınlanma”nın önderi, koruyucusu ve savunucusu olması gereken kişi değil midir?
Bir soru daha: Peki, “Aydınlanma” nedir ? Immanuel Kant’ın 1784 yılında, “Aydınlanma nedir” sorusuna verdiği ünlü yanıta göre Aydınlanma “İnsanın kendi kusurundan kaynaklanan ergen olmama halinden çıkışıdır. Ergen olmama hali, aklını bir başkasının rehberliği olmaksızın kullanabilme becerisinden yoksunluktur. Eğer ergen olmamanın nedeni aklın eksikliği değil, fakat aklını bir başkasının rehberliği olmaksızın kullanma kararlılığının ve cesaretinin eksikliği ise, o zaman ergen olmama hali insanın kendi kusurundan kaynaklanmış demektir. Kendi aklını kullanma yürekliliğini göster! Aydınlanmanın sloganı, işte budur.”
“Ehlileşmiş” veya “ehlileştirilmiş” insan, artık başkalarının sözlerine göre hareket edecek kendi aklını başkalarının buyrukları veya yönlendirmeleri doğrultusunda kullanacak “kıvama” gelmiş insan değil midir?
Evet, öyledir. Zaten durum böyle olduğu içindir ki bütün buyurgan yönetimlerin, bütün tiranların ve tiran olma heveslilerinin birincil hedefi, kendilerinden bağımsız kılmak istedikleri kitlelerin üyelerini en kısa zamanda “ehlileştirmek”tir. Bunu da, başta tarihi çarpıtmak, kendi “gelişlerini” haklı ve kaçınılmaz kılan düzmece tarihler yaratmak veya aslında kendi akıllarının dışındaki bütün akılları dışlayan bir “ortak akıl”a atıfta bulunmak olmak üzere, türlü araçlarla gerçekleştirmeye çalışırlar.
Araçlar çeşitli, ama hedef ve amaç hep tektir: İnsanları ehlileştirme yoluyla bireyliklerinin önünü tıkamak ya da mevcut bireyleri bireylikleri bağlamında hadım etmek. Bu, aynı zamanda kitleleri düşüncelerin evriminden koparıp bağnaz inançların uçurumuna atmanın yoludur.
“Yazar” ise, yineleyelim, doğası ve misyonu gereği hayatı boyunca böyle olmamakla ve başkalarını da böyle olmaktan alıkoymaya çalışmakla yükümlü bir insan türüdür. Yazar, Montaigne’den bu yana dış dünyanın tüm verilerini ancak kendi “iç kale”sinde, yalnızca bilginin rehberliğinde kullandığı kendi aklının yardımıyla biçimlendirdikten sonra değerlendiren kişidir. Elias Canetti (1905-1994) ise 1976 yılında kaleme aldığı ünlü “Yazarın Uğraşı” başlıklı denemesinde yazarı “bütün değişimlerin savunucusu” diye nitelendirdikten sonra şöyle der: “Yazarların başkalarının deneyimlerini kendi iç dünyalarında yaşamaya yönelik istekleri, hiçbir zaman normal ya da resmi yaşamımızı oluşturan amaçlarla belirlenmemeli; bu istek, başarı ya da geçerlilik kazanma niyetlerinden tümüyle bağımsız kalmalı, başlı başına bir değişim tutkusu yapısını taşımalıdır...”
O halde, bireyler için Aydınlanma’yı olanaksız kılan bir “ehlileşme” yükümlülüğünü öngören Sayın Alev Alatlı, bir yazar olamaz; o, yine Elias Canetti’nin tanımına ve sınıflandırmasına göre, ancak bir “yazıcı” diye nitelendirilebilir!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları