AB Nasıl Unutuldu?

21 Aralık 2014 Pazar

Egemen Bağış, artık yolsuzluklarla anılan “17 Aralık” günü çok büyük bir iftiharla; “17 Aralık Türkiyemizin 45 yıl bekledikten sonra AB’den müzakere tarihi almasının şanlı yıldönümüdür. Yalan ve iftiralarla çarpıtılamaz” tweet’ini atmasaydı, o günlere geri dönmek aklımdan geçmeyecekti…
Ama o müthiş pişkin “tweet”, ister istemez beni on yıl öncesine götürdü.
Ne absürt bir aldatmaca, ne inanılmaz bir ortaoyunu yaşadık birlikte.
Film gibi gerçekte. Türkiye tabiri caizse kolektif bir “AB nöbetine” tutulmuştu.
Sivil toplum örgütleri, sanatçılar, sanayiciler, siyasetçiler, medya.. velhasıl herkes AB’ci olmuştu.
Kamuoyu yoklamalarında AB desteği yüzde 70’lerin üzerine fırlamıştı.
Başbakan Erdoğan “şanlı müzakere tarihi”nin alındığı Brüksel’den “Avrupa fatihi” tezahüratları, havai fişek kutlamaları ile geri dönmüştü.
Onca kitlesel AB desteği ardından şimdi her şey nasıl böyle hepten unutuldu ve tamamıyla buhar oldu? Şaşılacak şey.
Türkiye’nin asırlık “uygarlık projesi”nin pabucu nasıl en ufak travma yaratmaksızın ve iz bırakmaksızın dama atıldı?
“Brüksel’den tarih aldınız da sonra peki ne yaptınız? Alınan tarihin bize ne faydası oldu?” diye nasıl -tek sanayici, gazeteci, STK’ci- konunun peşine düşen Allah’ın kulu çıkmadı, yaşananların nasıl ardını arkasını soran olmadı? Düşündüğünüzde hiç hayret etmiyor musunuz?

Uçağın çakılacağı öngörülmüştü
16 Aralık’ı 17 Aralık’a bağlayan geceyi ben de on yıl önce Brüksel’de soluk soluğa izleyenler arasındaydım…
AB Komisyonu’nda görüştüğüm tüm üst düzey yetkililer, diplomatlar, AB basını temsilcileri hep “kuşkuluydular”.
Türkiye gibi Avrupa’nın demokratik değerlerini özümsememiş bir Müslüman ülkesinin, karşısına çıkarılan tüm engellere ve önüne konan bütün şartlara rağmen, böylesine eşine rastlanmamış büyük bir tarih hamlesi yapabileceğinden emin değildiler.
Muhataplarımdan birisi öyle ki durumu -kalıcı deregasyonlar ve ucu açık şartlardan ötürü- “Ankara’dan Brüksel’e bir uçak kaldırdığınızı düşünün!” diyerek açıklamıştı:
“Deponuzdaki benzin sadece Brüksel’e kadar (yani kalkış limanına geri dönüşe izin vermiyor!). Tam Brüksel üzerinde alçalmaya başladığınız ve iniş takımlarını açtığınız sırada, kontrol kulesi ‘Yoğun sis ve hava muhalefeti nedeniyle inemezsiniz!’ diyor. Ne olur? Çakılırsınız!”
Sonuç gerçekten böyle oldu. Uçak yere çakıldı.
Ancak Brüksel’e kadar bile uçamadan, daha kalkışa geçer geçmez Ankara üzerinde çakıldı!
Türk medyasının ileri gelen kalemleri, bunları yazdığımızda, bu uyarıları yaptığımızda, “Bu benzin bize yetmez. Bizi istenilen yere götürmez!” dediğimizde; üzerimize anında felaket tellalı yaftası yapıştırıyor, bizi şom ağızlılıkla suçluyor, “şüphe” dile getirenleri karalayıp, Türkiye’ye var olmayan pembe ufuklar çiziyorlardı.

Kimler ne yazdı?
18 Aralık günü kim ne yazmış diye şöyle bir arşive baktım da, önüme ilk çıkan yazılardan biri Hasan Cemal’inki oldu.
“Son 24 saatte Erdoğan’la Gül’ün kararlılığı ve cesareti ile Türk diplomasisinin yaratıcılığı ve kıvraklığı, 17 Aralık’ta Türkiye’yi Avrupa rayına oturttu” diyor Cemal ve kendinden menkul bir özgüvenle devam ediyor:
“Türkiye… bunu yapabilir. Hiç kuşkunuz olmasın, yapabilir. Felaket tellallarına kulak asmayın. Ne yapsanız, ağzınızla kuş tutsanız bile, o malum koro bildiğini okumaya devam edecek. Geçiniz onları. Türkiye tarih aldı. 3 Ekim 2005’te AB tam üyeliği öngören müzakereler… başlayacak. İşte bu kadar! Hedef vurulmuştur.” (“Haydi, Kolay Gelsin Türkiye!” Hasan Cemal, Milliyet)
Cemal’in yazısının ardından gözüm, yaşamını AB yoluna adamış, merhum Mehmet Ali Birand’ın yorumuna takıldı.
“Türkiye’yi bu noktalara taşıyanları unutmayalım” demiş o gün Birand da; “Özellikle Tayyip Erdoğan- Abdullah Gül ikilisini alkışlayalım. Bugüne gelinmesinde bu ikilinin son derecede önemli rolleri olmuştur. Tarihe damgalarını vurmuşlardır… Ayrıntıları bir yana bırakalım. İleriyi görelim. Sürecin ülkemize neler kazandıracağını düşünelim. Çocuklarımız ve torunlarımıza, daha zengin, yaşanabilir bir ülke bırakacağımızdan dolayı övünelim. Birbirimizle itişmekten de vazgeçelim.” (“Türkiye İsteklerinin Büyük Bölümünü Kabul Ettirdi” Mehmet Ali Birand, Posta)

Yarattıkları rüzgâra inandılar
Ertuğrul Özkök.. vs. örnekler çoğaltılabilir.
Türk basınında gerçekle ilgisi olmayan, salt temennilerden oluşan böyle bir rüzgâr, bir hava yaratıldı.
Bu rüzgâr öyle güçlü estirildi ki, rüzgârı yaratanlar -kendin pişir kendin ye misali- bizzat kendi yarattıkları rüzgâra inandılar…
Erdoğan-Gül ikilisinin sırf tarih almakla “tarihe damga vurdukları” algısı öylesine derin işlendi ki, AB Bakanlığı’nda akılda kalan tek icraatını görmediğimiz Egemen Bağış, artık bugün çok başka çağrışımlara yol açan “17 Aralık” için hâlâ “Aa.. o bizim AB’den anlı şanlı müzakere tarihi almamızın yıldönümüdür” yazabiliyor...
Ve bunu Erdoğan’ın “AB bizi alır mı almaz mı? Bizim böyle bir derdimiz yok!” meydan okumasıyla eşzamanlı yapabiliyor.
Hamasetin bunca makbul, hakikatin bunca değersiz ve önemsiz olduğu bir başka coğrafya var mıdır acaba yeryüzünde?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları