Herkesi Korkutan Her Şeyden Korkar

23 Aralık 2014 Salı

Bu yıl ligin ilk yarısının sonuna gelirken, zirvede üç büyükler birer puan farkla birbirlerini izliyorlar. Çekişme geçen yıllardakinden daha fazla, ama seyirci daha az, tribünler boş.
Bunda Passolig uygulamasının etkisi büyük. İnsanlar maç izlerken de izlenmek, tribüne giderken de fişlenmek istemiyorlar.
Passolig uygulamasının tribün terörünü önlemek için zorunlu olduğu söylemi de gerçeği yansıtmıyor.
Siyasi iktidarın bir süredir tribünlerden korktuğu, çekindiği ise yadsınamaz.
Beşikten mezara hayatımızı her an ve her yerde denetimde tutma tutkusu içindeki iktidarın tribün korkusunun en iyi kanıtı ise çArşı grubu hakkında açılmış olan dava.
Taksim Gezi Parkı’ndaki talana ve baskıya karşı çıkan çArşı, iktidarın bir numaralı hedeflerinden biri haline gelince, ister istemez, futbolun toplumsal afyon işlevini eksiksiz yerine getirdiği dönemleri düşündüm. Salazar, Franco, Videla gibi diktatörlerin futbola bel bağladıkları, bizde de renksizliğin, edilginliğin “Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu” sloganıyla dile getirildiği dönemleri anımsadım.
Doğrusu ülkemizi o zamandan bu yana getirenler arasında çArşı başı çekti...

***

Sosyal bir fenomen olan futbolun, her şeye karşın, günlük politikanın dışında kalmasını istediğimden, başlangıçta çArşı’nın felsefesine çekinceyle yaklaşıyordum.
Futbol sahalarına da politikanın bulaşmasının hayatımızda, ellenmemiş, bakir bir alan bırakmayacağı kaygısının yersiz olduğunu anladım. Her şeyden önce futbol egemenlerin, kullandıkları bir alan haline zaten gelmişti, artık politika dışında değildi.
Üstelik de artan bir öteki düşmanlığına da bulanmıştı.
Burada futbolun kendisinin bu tür özellikleri içinde taşıdığını söylemek yanılgı olur. Ötekileştirme ve öteki düşmanlığı, bizatihi futbolun kendisinden değil, kapitalist toplumun bugün insanları vardırdığı cinnet evresinden kaynaklanıyor.
Bu durumda tribünde, eşitlik, özgürlük, kardeşlik türkülerinin çağrılmasına neden karşı çıkılsındı ki?
Hatta bu davranış biçimi, değişik takımların taraftarları arasında bir ortak nokta oluşturabilirdi de.
Nitekim öyle oldu. çArşı yalnız Beşiktaş’ın olmaktan çıktı, bütün ülkeye mal oldu.
çArşı’nın 14 Aralık operasyonlarının ertesine rastlayan ilk duruşmasında, Galatasaray, Fenerbahçe, Karamgümrük, Trabzonspor, Adanaspor, Karşıyaka ve diğer takımların taraftarları da vardı.
Yalçın Doğan pazar günü, Hürriyet’teki köşesinde, Barcelona yöneticilerinden bir grubun mahkeme salonunda olduğunu yazıyordu.
Tabii yokluğu varlığından daha çok göze batmış olan Beşiktaş yönetiminden kimsenin bulunmadığını belirtmeyi de unutmuyordu, kendisi de Beşiktaşlı olan Yalçın Doğan.

***

Onlar bu gaybubetlerini, “Beşiktaş’ın âli menfaatleri açısından” federasyon ve iktidar (ikisi de eşanlamlı zaten) ile iyi geçinmek gerekçesine bağlıyorlar.
Beşiktaş yönetiminin yokluğunu haklı kılmak için ileri sürdüğü gerekçe tartışılabilir. Ama çArşı’dan hükümeti yıkmaya teşebbüs eden bir örgüt yaratma çabaları, tartışma götürmez bir abesliktir.
Bu çabalar bir şeyi açıkça ortaya seriyor:
Lideri eski bir futbolcu olan siyasi iktidar, artık tribünlerden korkmaktadır.
Korktukları yalnızca tribünler değil.
Siyasi iktidar her şeyden korkmaktadır.
Garip bir durum var ortada.
Oyların yüzde 40-50’sini alan, sandıktan birinci çıkan, herkesi tehdit eden, herkesi korkutan, her alanda her anda dehşet rüzgârları estiren iktidar, maça gitmekten, konser dinlemekten, tiyatro izlemekten, sinema seyretmekten korkuyor.
En fazla oyu alıyor, ama halkın arasında bir maça, bir tiyatroya gitmekten korkuyor.
İktidarın yaşadığı “korkunun diyalektiği”dir.
Her zaman her yerde, herkesi korkutan, herkesten, her şeyden de korkar.
Dilerseniz ilahi tecelli deyin, dilerseniz “korkunun diyalektiği”, bu iş böyledir işte.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları