Mehmet Ali Güller

Siyasal İslamcılığın Amerikancı karakteri

05 Aralık 2019 Perşembe

Erdoğan’ın “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” diyen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a verdiği yanıt ilginç: “Önce sen kendi beyin ölümünü bir kontrol ettir!

Aynı günlerde Saray’ın sözcüsü ve iletişim başkanı da NATO’ya ne derece bağlı olduklarını ve ittifaka ne kadar katkı yaptıklarını üst üste mesajlarla anlatıyorlardı. 

İşte bu, “Soğuk Savaş doğumlu siyasal İslamcılığın genetik kodlarındaki o Amerikancı karakter”dir! 



Zayıflayan ABD hegemonyası


Oysa tersine, NATO bugünlerde o kadar da önem atfetmeleri gereken bir durumda değil… ABD Başkanı Donald Trump bile NATO’yu gereksiz gördüğünü dile getiriyor, bu modası geçmiş yapının ABD’ye boşuna zaman ve para harcattığını” söylüyor. 

Kuşkusuz o kadar da değil, ABD Avrupa’yı yanında tutacaksa ve onları Çin ve Rusya’ya karşı kendi çıkarlarına uygun pozisyon almaya zorlayacaksa, NATO gibi siyasi ve askeri bir örgüte ihtiyacı sürecek elbette! 

Ancak ABD hegemonyasının zayıflamasına bağlı olarak NATO’nun öneminin azalmaya başladığı da bir gerçek. 

Fakat işte o “Amerikancı karakter”, şu şartlarda ve en kritik zamanlarda bile Fransa’dan çok NATO’culuk yapılmasını sağlayabiliyor!



Türkiye’ye tehditlerin kaynağı


Üstelik bugün Amerikancılık ve NATO’culuk yapmak, düne göre Türkiye’yi yönetenler için daha da zor. Bugün somut tehditler tam da oradan geliyor çünkü… 

Türkiye’nin önünde iki büyük tehdit/sorun var: PKK/Suriye ve Doğu Akdeniz/Kıbrıs… 

Peki, bu tehditlere/sorunlara göre kim nasıl konumlanıyor? ABD ve AB, Suriye’de PKK’nin yanında ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin karşısında.

Fakat bu gerçeğe rağmen “yerli ve milli” görünümlü “siyasal İslamcı” iktidar, NATO zirvesi öncesi NATO’ya bağlılık yemini ediyor! 

Ve Erdoğan zirveye giderken şöyle diyor: “Rusya’yla olan ilişkilerimiz müttefiklerimizle (ABD, AB) olan ilişkilerimizin alternatifi değil.



Neo-Abdülhamitçilik


İktidarın “yerli ve milli” görünümüne aldananların anlamadığı işte tam da bu. Erdoğanların Suriye düzleminde Rusya’yla Astana Süreci’ne girmesi ya da konu ekonomi olduğunda Çin’e açılım yapması bir eksen kayması ya da Avrasyacılık değildir. 

İktidar yararcı ve gerçekçidir; Suriye’de kendisine alan açabilmek için Rusya’ya yanaşması gerektiğini görmüştür; dünyanın ekonomik merkezinin Atlantik’ten Asya-Pasifik’e kaydığı şartlarda da yönünü yeni merkeze dönmüştür. 

Fakat bu, siyasal İslamcı iktidarın Amerikancı karakterini kökten değiştirmemiştir elbette. İktidar o karakteri güncellemiş ve ideolojik köklerindeki Abdülhamitçilik ile harmanlayarak bir dış politik hat inşa etmeye çalışmıştır: Neo-Abdülhamitçilik!

Yani Rusya’yla kendisine alan açan ve bunu ABD’yle pazarlığında kullanan, bu iki kuvveti dengelemek için de AB’yle müzakere yapan anlayış… 



Çok taraflılık değil, çok tarafa taviz 


İşte NATO’nun Londra zirvesinin öncesinde Türkiye, İngiltere, Almanya ve Fransa liderleri arasında yapılan Suriye konulu dörtlü zirve, bu bahsettiğimiz hattın bir yansımasıdır. 

Londra’daki bu dörtlü zirveden çıkan şu sonuç aslında ne demek istediğimizi çok somut anlatıyor: “İdlib dahil Suriye’deki tüm sivillere yönelik saldırıların durdurulmasında uzlaşıldı.

Yani Rusya’yla anlaşarak Suriye’ye giren ve bu ilişkiyi ABD’den taviz kopartmakta kullanan iktidar, Moskova’dan gelen İdlib konusundaki baskıyı da AB’ye dayanarak hafifletmeye çalışıyor! 

Ve buna çok taraflılık” diyor! Fakat mesele şu ki, netice “çok tarafa” tavize dönüşüyor!

Baksanıza, mevcut tablodan ne kadar da mutlu ABD Başkanı Trump: Erdoğan’la iyi anlaşıyorum. Türkiye ile iyi ilişkilerimiz var. Türkiye’nin Suriye sınırı yakınından çekildik. Orada iyi iş çıkarıyorlar. Sınırda yeterince bulunduk, petrolün kontrolü bizde.

Not: Biz makalemizi yazıişlerine teslim ettiğimizde NATO’nun Londra zirvesi başlamamıştı. Zirveyi sonraki makalemizde inceleyeceğiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları