Zafer Arapkirli

Ballon d’Or * verseler almam

13 Aralık 2019 Cuma

Adım Jose Miguel Martinez.

İspanya’nın şirin kenti Barselona’da doğdum. Ailem, 1950’li yıllarda ekonomik nedenlerle Malaga’dan buraya göç etmiş. Küçüklüğümden beri, hem ülkemin hem de doğup büyüdüğüm kentin dokusu ve geleneklerinden kaynaklanır biçimde futbola meraklıyım. Kendimi bildim bileli, nerede bir top görsem dayanamam. Alır hemen patlatırım. Fena vururum toplara. Elime geçmesin. Duvara yapıştırır patlatırım. Olmadı, bir cama isabet ettirir, ev sahibinin bıçak darbeleri ile topun ebediyete intikal etmesine neden olurum. O kadar ki, arkadaşlarım beni her gördüklerinde topu saklarlar, “Aman!.. Sakar Miguel geliyor!.. Şimdi abuk sabuk bir yere vurur da, topumuzdan oluruz” diye, anında araziye uyarlardı. Ya da en azından topu saklayıp çelik çomak oynama rolü yaparlardı.

Zaten, (Tanrı toprağını bol eylesin) babam Rahmetli Javier Usta da, Kraliyet Tersanesi’ndeki işinden her akşam dönüşünde sıkı bir posta “okşardı” beni. Bakkal çıkışı önünü kesen düzinelerle kırık cam mağduru komşudan illallah demişti, nur içinde yatsın.

Buna rağmen, yaşım biraz daha ilerlediğinde, Barselona Belediyesi Kültür Sanat Dairesi’nde opera sanatçılığı yıllarımda da, oranın amatör ligdeki futbol takımına yazıldım. Toplara o kadar sıkı vurduğum halde, yine de teknik direktör beni bir türlü ilk 11’e almıyordu. Bir türlü yaranamadım heriflere. Zaten teknik direktör Antonio Sanchez de (laf aramızda) ayyaşın tekiydi.

Derken, ticarete atıldım ve ilerleyen yıllarda kentte bir amatör takımın yönetim kuruluna girmeyi başardım. Parasal anlamda güçlendikçe siyasete de atıldım. Yaşadığım ilçenin ileri gelenleri arasına girmiş, mahalleye muhtar bile seçilmiştim. Kentin önemli karşılaşmaların başlama vuruşlarını hep bana yaptırırlardı. Ama nedense karşı tribünde herkes, koltukların arkasına gizlenirdi ben vururken. Olsun ama.. alkışlarlardı. Güçlü biriydim ya. Adımı bağırır, “Sen yürü, biz koşalım ardından..” (Siempre Correremos Contigo) diye besteledikleri bir marşı da hep bir ağızdan söylerlerdi. Para bendeydi. Güç bendeydi. Siyasette de adım adım yükseldim zaman içinde. Tapıyorlardı bana. Gel zaman git zaman, partide de önemli bir konuma gelmiştim. Kentin dört bir yanında billboard’lar, duvarlar benim posterlerimle süslendi.

Kendi adıma stadyum bile yaptırdım: Jose Miguel Martinez Stadyumu.

Rakiplerimin, “geceleri tebdili kıyafetle, gizlice kendi aracıma binip stadın önünden geçip hayran hayran tabelasını seyretmeye gittiğim” yolundaki şerefsizce, cibilliyetsizce tezviratına inananlar bile çıkıyordu ama külliyen yalandı tabii. Şahsım, böyle bir seviyesizliğe tenezzül edecek kadar düşmedi asla.

Zaman zaman, çok özel karşılaşmalarda başlama vuruşunu bana yaptırmakla da yetinmezler, bir forma verir, 5-10 dakika oyuna katılmamı bile rica ederlerdi. Ama benim bulunduğum takımın karşısındaki kale arkasının neden hep boş kaldığını hâlâ anlayabilmiş değilim. Ben oyundan çıkınca, statta adeta bir rahatlama hissi ile alkış tufanı kopar ve nedense, “o kale arkası” yeniden dolardı. Severlerdi beni ama. Ondan eminim. Kariyerim boyunca sıfatlarım “El principal”den, önce “El Mayor”a, sonra da “El Jefe”ye evrilmişti.

Boşuna değil tabii. Batırdığım şirketleri, yıkıp döktüklerimi filan saymazsanız, hem işimde başarılıydım hem toplara sıkı vururdum hem de millet beni deliler gibi seviyordu. Bizim memleketin böyle bir delişmen tarafı da vardır. Barselona’nın havasından mıdır suyundan mıdır bilmem?

Gel zaman git zaman, bizim şehrin takımı dünya çapında ün yaptı. Buradan yetişen topçular, cihanda nam saldılar. 5 kıtada fan club’lar kuruldu filan. Her yıl kupalara abone oldu canım memleketim. Gittiğim her yerde “Övünmek gibi olmasın Barça Çocuğuyuz” dediğimde, Yedi Düvel’in haklı saygısına mazhar olurum hâlâ. Futbol en önemli ihraç ürünüdür bizim oraların.

Ama nedense beni gördüklerinde hep forma, şort, çorap, kaleci eldiveni hatta tekmelik filan hediye ederler, imzalatırlar. Bol bol resim çektirirler. Asla top imzalatmazlar. Alır vururum bir yere diye mi şey ediyorlar bilmiyorum?

Her neyse. Neticede seviyorlar, biliyorum. Eminim. Nasıl sevilmez benim gibi biri? Rakip partinin şefi çapsız herifi sevecak halleri yok ya. Topa vurmayı bile bilmez. Taşradan gelmiş, topu görse bomba diye karakola götürür zavallı.

Ama geçende çok kötü kalbimi kırdılar. Bakın onu da söyleyeyim.

Topçulara verilen mühim bir mükâfat varmış. “Ballon d’Or..”

Ben dururken, Lionel diye Arjantinli bir çocuğa vermişler.

Yau bi kere... Bunca yıl emek vermişiz bu spora. Adımızı statlara yazdırmışız. Onca maça gitmişiz, onca cam (kazayla tabii) kırmışız.

Hakkımız tabii.

Ama bundan sonra verseler de almam.

Ballon d’Or’unuz sizin olsun. 

* Avrupa Yılın Futbolcusu Ödülü olarak bilinen “Ballon d’Or” (Altın Top), her yıl, bir önceki sezonda yerel ligler ve kıta kupalarında en başarılı performansı gösteren futbolcuya verilen ödül



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları