Savaş, şiddet, av ve yaşam hakkı

13 Ekim 2019 Pazar

Ben bir yaşam hakkı savunucusuyum. İnsan olan ve insan dışı hayvanların, bu dünyaya gelen her bilinç sahibi duyarlı canlının yaşamının dokunulmaz olduğunu düşünüyorum.
Her türlü şiddeti reddediyorum. Bu nedenle savaşa karşıyım ve veganım.
Yaşadığımız bu vahşi dünyada, fiziksel şiddet ve terör suçsuz insanlara yöneldiğinde, öz savunmanın zorunlu olduğunun farkındayım. Ancak bu zorunluluğun bulunmadığı durumlarda, savaşın cinayet olduğunu da biliyorum.
İnsan/hayvan hayatının, zıvanadan çıkmış liderlerin iki dudağının arasındaki şuursuz hezeyanlara bağlı olmasını reddediyorum.
Emperyalistlerin Türkiye’ye yönelik tehditlerini reddediyorum. Onlara diplomatik olarak gereken yanıtın en sert şekilde verilmemesini kınıyorum.
Sanki bir kahvehanedeki kumar masasında pazarlık yapıyormuşçasına, Twitter’dan verdikleri mesajlarla ortalığı karıştıran siyasetçilerin oyunlarına alet olmayı reddediyorum.
Roketatar ve havan mermileriyle masum canların katledilmesini reddediyorum.
Sonu görünmeyen çatışmaların içinde yaşamak istemiyorum!

‘Kendi yıkımımızla flört etmek’
Bu yazıyı yazarken aklıma bir kitap geldi. Başarılı savaş muhabiri ve yazar Chris Hedges’ın “Savaş - Bizi Anlamlandıran Güç” adlı kitabının Türkçe çevirisini ben yapmıştım.
Birçok büyük savaşı yerinde takip eden Hedges, kitabın bir yerinde şöyle diyordu:
Etnik grubun veya halkın içinde devletin hırsını, savaşa duyduğu gereksinimi sorgulayanlar hedeflenir. Bu muhalifler en tehlikeli olanlarıdır. Bize alternatif bir dil sunarlar... (...) Bu seslere nadiren kulak verilir. Savaş zamanında devlet tarafından bize sunulan dili reddedip, kendi düşüncelerimizi ifade etmeyi tekrar öğrenene kadar da, kendi yıkımımızla flört ederiz.
Tüm mesele bu.
Kendi yıkımımızla flört etmemek için gerçekleri söylemek gerekir. Gerçekleri söylemek ise koroya katılmayı değil, yalnız kalma pahasına cesaretli olmayı gerektirir.

TBMM çatısı altında skandal!
Elime yeni geçen bir mektuptan söz edeceğim. Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda yazılan mektup, vegan ekoanarşist tutsak Osman Evcan’ın imzasını taşıyor.
Kurban Bayramı’nda üç günlük açlık grevine girmeden önce Adalet Bakanlığı’na gönderdiği çok uzun bir mektup. Oradan bir alıntıyı özellikle TBMM Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu’ndaki üyelerin dikkatine sunuyorum.
Çünkü Hayvan Hakları Kanunu’nu geliştirmek üzere kurulan bir komisyon, silahla hayvan katletmeyi “kültür”, “spor” ya da “gelenek” olarak savunan avcı lobisini, bu hafta davet edip saatlerce dinledi! Hayvan özgürlükçüsü bir vegan olarak beni dinler misiniz desem dinlemezler ama avcıları dinlediler. Bu TBMM çatısı altında gerçekleşen bir skandaldır; inanılmaz bir aymazlıktır.
Nasıl ki kadın cinayetlerini önlemek için kurulan komisyona kadın katillerini çağırıp dinleyemezseniz, hayvan katillerini de komisyona çağırıp dinlememelisiniz. Masumları öldürenlerin öne sürebilecekleri hiçbir mantıklı gerekçe yoktur. Bırakın onları dinlemeyi, avın her koşulda yasaklanması gerek.
Niye mi?
Yanıtı Osman Evcan’dan:
“Avcı-av ilişkisinin niteliği, şiddet ve sömürgenlik güdülerine dayanır. Avlanan, öldürülen hayvanlar, kendilerini avcıya özgür iradeleri kapsamında yiyecek nesnesi olarak sunmazlar, teslim etmezler. Tam tersine kıyasıya var oluşsal direnç ve mücadele içinde bulunurlar. Avcı taraf olan insan, bir yaşamın öznesi hayvanı avlarken her türlü hile, kurnazlık, aldatmaca, şiddet, terör, işkence üretmiş olur.”
Hayvanlar da birbirini öldürüyor ama...” argümanını sahiplenen varsa sorarım:
Ormanda mı yaşıyorsun?
Ormandaki hayvanlar gibi sadece pençelerinle karşındakini öldürüp çiğ çiğ mi yiyorsun?
Hayatta kalmak için onlar gibi hayvanları öldürmen zorunlu mu?
Üçünün de yanıtı hayır.
Demek ki insanın hayvan avlaması cinayettir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Istakoz 19 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları