Savaşın sisi

15 Ekim 2019 Salı

Televizyonlardan naklen savaş izlediğimizi hatırladığım ilk dönem Körfez Savaşı’ydı. Televizyon tarihinde bir ilkti. Aileler evlerinde çoluk çocuk koltuklara dizilip film izler gibi çatışma sahnelerini izlemişti.
İnsanlar, uyudukları saatler dışında, evde, işte sürekli savaş hakkında konuşuyordu. Teknolojinin o derece gelişmesinin de verdiği şaşkınlıkla şiddet sarmalının içine girmiştik.
Buna benzer ama daha vahşi bir döneme Amerika’da yaşadığım yıllarda tanık oldum. Irak Savaşı’nın başladığı o günleri “30 Saniye’de Bush - Amerika’da Medya ve Siyaset” adlı kitabımda da anlattım.
New York’ta tanıdığım herkes, gündüz işte, akşam evde TV karşında yemek yerken bombalama görüntülerini izliyordu. Bir süre sonra gündelik hayatın bir parçası oldu savaş görüntüleri...

‘Kullanışlı aptallar’ ve ‘iliştirilmiş gazeteciler’
Askerlerle birlikte cepheye gönderilen gazeteciler, zırhlı araçların içinden savaşı anı anına canlı yayında anlatırken, gerçekte Amerikan propagandasının aracı oldular. “İliştirilmiş gazetecilik”, o dönemde en yüz kızartıcı şeklini aldı.
Bu uygulamaya neden gerek duyulduğu sorulduğunda, Deniz Piyade Yarbayı Rick Long, Savaşı kazanmak istiyoruz. Enformasyon bu savaşın önemli bir parçası ve biz de enformasyon alanına hâkim olmak istiyoruz” demişti.
Dediği de oldu. Amerikan medyası, birkaç dürüst ve bağımsız mecra dışında neredeyse tümüyle, kitle imha silahlarının varlığına ikna oldu ve toplumu da ikna etti.
Yüz binlerce sivilin, kadınların ve çocukların yaşamını yitirdiği, yalan üzerine kurgulanan o savaşın sürdürülmesini, yaptıkları tek taraflı haberler sağladı.
Kullanıldılar. Farkında olarak ve bazen de farkında olmayarak...
Kullanışlı aptallar” gibi onların içinden de sonradan günah çıkaran ve “Aldatıldık!” diyenler oldu.
Irak Savaşı’nda üstlendikleri dezenformasyon rolü nedeniyle, birçok Amerikalı ve Batılı gazetecinin elleri sonsuza kadar kanlı kalacak.

Objektiflik (?)
Savaş sonrasında Irak’ta kitle imha silahlarının olmadığı ortaya çıkınca bu konu çok tartışıldı; kitaplar yazıldı, araştırmalar yapıldı. Savaş zamanında objektiflik ile milliyetçiliğin/vatanseverliğin bir arada yürümediğini itiraf edenler oldu.
2003’te Irak’a ABD askerleri ile iliştirilmiş bir gazeteci olarak giden ve kolunu kaybederek ayrılan Michael Weisskopf, “Blood Brothers” (Kan Kardeşleri) adlı kitabında şöyle diyor:
Ordunun içine bağımsız bir gözlemci -gazeteci- olarak girdim ve yaralı kahramanlar müfrezesinin bir üyesi olarak ayrıldım. İliştirilmenin gerçek bir habercilik için fazla kişisel bir yakın plan yarattığının farkına vardım” diyor.
Bugünlerde medyada, bu iki dönemi anımsatacak şekilde, neredeyse 24 saat harekât haberleri yayımlanıyor. İnsanlar yine sürekli dizi izler gibi bombalama görüntülerini izliyor...
Sosyal medyada ise bazı iliştirilmiş gazetecilerin operasyonların yapıldığı sınır bölgelerinde çekilmiş pozları dolaşıyor.
Bu toz duman içinde haberlerin ne kadarı doğru, hangisi gerçeği çarpıtmadan yansıtıyor bilmek olanaksız.
Bir toz bulutu yükseliyor, savaşın sisi yayılıyor...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Istakoz 19 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları