Nâzım Hikmet, Orhan Pamuk ve ‘Hagiografi’

24 Aralık 2014 Çarşamba

Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nin açılışında Orhan Pamuk’un konuşacak olması tepki yarattı. Pamuk’un, öğrencilerin protestolarının da etkisiyle açılış törenine katılmayıp video kaydı yayımlanan konuşması da tepkilerin, eleştirilerin sürmesine neden oldu.
Bence Türkiye’de bir üniversitede “Nâzım Hikmet”in adını taşıyan bir araştırma merkezinin açılmış olması önemlidir ve açan üniversitenin takdirle karşılanması gerekir. Üstelik bu merkez sadece büyük ustanın adını taşımakla kalmayacak. “Nâzım Hikmet’in anısını yaşatmak, arşivini ve bilgi-belge merkezini oluşturmak, eserlerini çağdaş kitlelere ulaştırmak ve Türk edebiyatına, sanat ve kültür politikalarına yaptığı katkıları çok boyutlu bir biçimde değerlendirmek amacıyla kurulmuş”. Bu amaç ne kadar hayata geçirilebilecek merkezin çalışmalarını izleyip göreceğiz.
Açılışa Orhan Pamuk’un konuşmacı olarak davet edilmiş olması ise garip değildir. Orhan Pamuk, Türkiye’nin Nobel Edebiyat Ödüllü tek yazarıdır. Orhan Pamuk’un katılması ve konuşma yapması, açılışı yapılan yere dikkati çekecek ve basının daha çok haber yapmasını sağlayacaktır. Böyle de olmuştur. Bence, hiçbir ünlü isim davet edilmeden de merkez açılabilirdi. Bu açılışa ilgi gösterilmesi için “Nâzım Hikmet”le Boğaziçi Üniversitesi’nin adlarının bir araya gelmesi yeterdi.
Öğrencilerin Pamuk’u güncel siyasetle ilgili olarak aldığı tavırlar nedeniyle protesto etmelerini de doğaldır. Ama protestolar açılış sırasında da sürecek diye törene öğrencileri sokmamak doğru bir önlem değildir. Bu daveti yapanlar Orhan Pamuk’un tepki ile karşılanacağını da bilmeliydi.
Orhan Pamuk’un konuşması sıradan bir açılış konuşması değildi. Bir üniversitede yapılması gereken cinsten bir konuşmaydı. Pamuk konuşmasında “Nâzım Hikmet”le ilgili bazı iddialar dile getirdi. Bunları söylerken bir tartışma yaratacağını da öngörmüştür.
Orhan Pamuk’un ilk iddiası Türkçede Nâzım Hikmet’in doğru düzgün bir biyografisinin yazılmadığı, yazılmış olanların bir biyografiden çok aşırı övgülerden oluşan ve gerçekleri tahrif eden birer “hagiografi” olduğuydu. Bu hagiografiler Nâzım Hikmet’i kültleştirilip tartışılmaz hale getirmişti. Nâzım Hikmet’in yaşamı üzerine yapılmış birçok çalışma var. Bunlardan bazılarının gereksiz övgülerle dolu olduğu söylenebilir ama tümünü aynı kategoride “hagiografi” diye nitelemek toptancılık oluyor. Pamuk’un konuşmasında söz ettiği gibi Zekeriya Sertel’in “Nâzım Hikmet’in Son Yılları” adlı anılarında yazdıklarının tepki ile karşılandığı doğrudur. Ama Pamuk’un bu iddiasını Nâzım Hikmet hakkında yazılmış tüm biyografileri okuyarak ortaya attığını sanmıyorum. Örneğin Memet Fuat’ın 720 sayfalık “Nâzım Hikmet Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri” (Adam Yay. 2000) adlı çalışmasını okumuş olsa bu sözü etmezdi.
Pamuk’un ikinci iddiası, “hapse gönderilmesine rağmen Atatürk’ü sevmeye devam eden Nâzım Hikmet’in, 1950’de hapisten çıktıktan sonra Kuvayi Milliye Destanı’nı yarım bıraktığı”. Zamanında Memet Fuat’ın şimdilerde M. Melih Güneş’in de dikkati çektiği gibi destanın sonunda “939 İstanbul Tevkifanesi, 940 Çankırı Hapisanesi, 941 Bursa Hapisanesi” ibaresi var (bkz. Nâzım Hikmet “Bütün Şiirleri” s. 613, Yapı Kredi Yay.). Güneş’in dediği gibi “Gerçek ve doğru için önce belgeye bakmak gerekir”. Pamuk, çarpıcı iddialar ortaya atacağım hevesiyle ikinci el bilgilere sarılacağına ana kaynaktan araştırsaydı bu yanlışlara düşmezdi. Büyük yazarlardan kendilerine has, özgün yargılar ve iddialar beklenir. Pamuk’un iddiaları araştırmacıları kışkırtacak niteliktedir ve Nâzım Hikmet araştırmaları yapmak amacıyla kurulmuş bir merkezin açılışında bu iddiaların ortaya atılmış olması, işin ruhuna uygundur. Bakalım hak ettiği ciddiyetle tartışılacak mı!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ara Güler Müzesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları