Siyasetin ‘finansmanı’, rantlar ve İstanbul kanalı

23 Aralık 2019 Pazartesi

Gülten Kazgan Hoca ile 2006’daki sohbetimizde “finans meselesi” merkeze oturunca iktisat biliminin adeta, “iktisat olmaktan çıktığını” konuşmuştuk.

Gerçekten de, AKP’nin iktidara gelişi, “siyaset, iktisat ve siyasal İslam bağlantılarını” ayrılmaz hale getirdi.

Bugün iktidar, “iktidarda kalmasını, kendi İslamcı siyasetinin finansmanına bağlamış durumda”:

- Bu nedenle ulusal geliri ve ülkenin varlıklarını denetimi altına alarak “varlığını finanse ediyor”.

- İşte her alanda, her köşede “rant yaratma kaygısı”, kaçınılmaz hale dönüşüyor.

- Makro ekonomik çıkarlar “aleyhine” rant yaratmak, esas misyon haline geliyor.

- Yandaş şirketler bu rantı paylaşarak “siyasetin payandası” oluyorlar. İktidar onlarsız, onlar rantsız yaşayamaz duruma geliyorlar.

- Kalan oldukça geniş bir kesime de ranttan küçük bir pay “destek karşılığında” sağlanıyor: alternatifsiz hale getirildikleri için “sıtmaya razı oluyorlar”! Yandaşlık bu yolla sağlanıyor, “mecburiyetten” kaynaklanan hale getiriliyorlar, iş için de, asgari ücret için de.

- Ormanların yok edilmesi, doğanın rantçılara pazarlanması, Kanal İstanbul, Tank Palet Fabrikası ve 18 yıldır özelleştirmeler ve yabancılaştırmalarla “iktidarda kalma siyasetinin finansmanı sağlanıyor”.

- Ekonomi, adalet, güvenlik, rejim alanındaki uygulamalar, “birbirlerini tamamlayan negatiflerin, yığımlı olarak büyümesine yol açıyorlar”.

- Siyasal İslamın iktidarda kalmasının “finansmanı” iktidara avantaj sağlarken bedel, 83 milyona ve gelecek nesillere ödetiliyor.

Kanal İstanbul” ranttan da öte bir şey...

Kanal İstanbul’un çevreye, ekonomiye, ulusal güvenliğe büyük zararlar getireceği çok açık. Bu sadece bir rant meselesi değildir. İktidara ve yandaş şirketlere finansman sağlanmasından öte “stratejik” boyutları ile de “kimilerinin” iştahını kabartıyor:

- İstanbul’u ve çevresini felakete sürükleyeceği tüm bilim çevreleri tarafından kabullenilen bu durum konusunda neden hâlâ ısrar ediliyor?

- İstanbul ve çevresini ileriki yıllarda felakete sürükler ise büyük çalkantılar doğmaz mı?

- Boğazlar anlaşması gündeme getirilip, “İstanbul adasına” yeni projeler getirmek isteyen “dış odaklar” devreye girmez mi?

- İstanbul’u Vatikan benzeri bir statüye dönüştürmek rüyası gören “kimi dış odaklar için”, uygun bir ortam yaratılmış olmaz mı? Ukrayna Ortodokslarını İstanbul’daki patrikhaneye bağlayarak ilk sinyali vermediler mi? Lozan’ı fiilen bozmadılar mı?

- 1961 Anayasası’nı 12 Eylül’de devirip, yavaş yavaş siyasal İslamcıların yolunu açıp sonunda bizi Suriye bataklığının bir parçası haline getirenler: bütün komşularımızla Ankara’yı adeta düşman haline sokanlar: şimdi de Libya iç savaşının bir parçası haline getirmek isteyen kimi iç ve dış odaklar artık elimize yeni fırsatlar geçti diye düşünmezler mi? Hele “ada” haline sokulmuş bir İstanbul’da.

Rejimin değişmesi, Suriye bataklığına saplanmamız Türkiye’nin bütün ulusal ekonomik değerlerinin özelleştirilip yabancılaştırılması, en son olarak da Kanal İstanbul, Tank Palet Fabrikası ve Libya’ya bulaşma eğilimi bir bütünün parçalarıdır.

Ancak “aptalı oynayanlar” bunları ayrı ayrı, bağımsız şeyler gibi gösterebilirler. Unutmayınız ki, Titanik batarsa kimse kurtulamaz, üst kamarada oturanlar dahil...

FETÖ’yü de bütün bu hesapların parçası olarak kurmadılar mı?

Kimse bana, “Erol Hoca, hayal mi görüyorsun?” demesin: 30 yıl önce, bugünkü duruma düşeceğimize inanmayanlar, çok büyük bir çoğunluğumuzu oluşturmuyor muydu...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları