Gergin ve bitmez kavgalar ülkesi

26 Aralık 2019 Perşembe

Gergin ve bitmez kavgalar ülkesi

Dört bir yanımız tartışma dolu. Sabah akşam tartışıyoruz. Her konuda, her platformda... Konular değişiyor ama yaşadığımız sendrom ve kavgalarımızın seviyesi değişmiyor. Bu karşılıklı görüşler sayesinde konuların ilerlediğine pek şahit olamıyoruz. Birbirini anlamak için değil, haklı çıkmak için kavga eden, birbirine laf sokmaya çalışan insanlar olduk. Medeni bir diyalektik yaklaşımla tez-antitez-sentez hattı üzerinden yapıcı farklı görüşlerin buluşması yok. Benim de 30 yıldır katıldığım bu tartışmalarda da son yıllarda bir hakem gözetiminde üçer kişi düello yapıyor... Sonuç ise maalesef pek iç açıcı değil! Kanal İstanbul’u ise bu yazıya sığdıramadım!

Mansur Yavaş-Sinan Aygün çarpışması

Yargıya intikal etmiş bir konuda, medya doldurmaları üzerine fikir yürütüp, kim haklı-kim haksız diye ahkâm kesip bu atışmaların bir parçası olmam imkânsız! Beni asıl ilgilendiren, aynı muhalefet partisine mensup iki bilinen ismin kamuoyunun önünde birbirlerine saldırmaları, mahkemelik olmaları ve özellikle iktidarın eline koz verecek şekilde yolsuzluk suçlamaları konuşuyor olmaları. Beni şaşırtan, bu son derece zararlı gerilim hattının, Kılıçdaroğlu’nun önünde çözülmeden, “Delirdiniz mi, kendinize gelin!” ihtarı bile yemeden, toplumun önünde gelişen bir kavga haline nasıl dönüşebildiği… Çok yazık oluyor. Tabii ki CHP kültürüne yakışmayan iddiaların havada uçuştuğu yoruma açık bir dipsiz kuyu. AKP ve fırsatçı medyası, bu konuya “Yeni dönem İSKİ’mizi bulduk” şeklinde yaklaşıyor. Fırsat bu fırsat diyerek bu fay hattı üzerinden yükleniyor. Yandaş kanallar sabahtan akşama sözü bu konudan açarak oradan CHP’nin iç çatışmalarına ve liderlik kavgalarına girişiyorlar. Burada, başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP A takımının kendine sorması gereken bir soru var: “Bizler her seçimde CHP kültüründen gelmeyen insanları partiye alarak bu tartışmaların ortamını mı yarattık?” Mesela rahmetli Ali Topuz ve rahmetli Kamil Kırıkoğlu veya Algan Hacaloğlu arasında böyle bir kavga olabilir miydi? Veya Hurşit Güneş, Örsan Öymen veya benim aramızda hangi mevkide olursak olalım böyle bir kavga olabilir mi? Hiç sanmıyorum. Beni üzen, sonuçta bu kavgaların CHP üzerine çamur sıçratmak için fırsat haline dönüştürülmesi. Öte yandan bu suçlamaları yapanlar, tek bir kere dönüp kendileri hakkında gelişen hiçbir iddiaya da cevap vermeyi akıllarına getirmiyorlar, o da ayrı konu!

Park yasaklarına getirilen saçma değişiklikler

İlginç bir şekilde kurucuları arasında Türkiye’nin en önemli siyasetçileri, iş insanları ve bürokratları olan Trafik Vakfı’nın artık araç “çekme-kurtarma” görevini bıraktığı açıklandı. Ardından da yasak yere park etmiş arabalardan yalnız kamuya açık kritik yerleri tıkayanların kaldırılacağı, diğerlerine ise yalnız ceza yazılacağı bildirildi. Trafik Vakfı’nın halkı çileden çıkaran bir hızda olur olmaz her yerden araç çekmeye son vermesi sonuçta iyi bir karar. Zaten nasıl oldu da Türkiye’nin en egemen isimleri böyle bir işe soyunup yıllarca bu vakfı yönettiler, o da anlaşılmaz! Trafik konusu yıllardır gündeme getirdiğim, hepimizi ilgilendiren bir alan. Hep söylemişimdir: Halk arabasıyla bankaya, alışverişe, işe, hastaneye, eşe dosta gidecek! Mesela Tarlabaşı Bulvarı’nda siz ölüm cezası da koysanız, arabalar on dakika sağa çekip işini görecek! Sonuçta insanların arabalarını park etmeye mecbur olması suç değil. Onların nereye park edeceğini hiç umursamayan şehircilik anlayışı, “trafik sorumlu-sorumsuzları” işlenen “suç”ların doğrudan varoluş nedeni. Şimdi bir adım nihayet atılmış, ama o da yanlış atılmış! Yahu kardeşim, kendin itiraf ediyorsun ki, bugüne kadar trafik akışında hiçbir zarar vermeyen noktalarda mecburen park etmiş arabaları da hep gereksiz yere çektiniz. Şimdi yoruma açık “Burası çekilebilir alandı-değildi” kavgalarını körüklemek yerine, gelin lütfen şu medeni teklifi dinleyin: Her ne kadar içiniz elvermese de, arabaların kimseyi rahatsız etmeden park edebileceği alanları yeşil boya ile çizin belirtin, ardından uygar ülkelerde gördüğümüz gibi buralara parkmetre koyun. Yani bu iptidai ceza verme hastalığından artık kurtulun! Bir şekilde belirtilmiş yerlere arabasını koyan herkes normal parasını ödesin. Nedir bu halkı cezalandırma hastalığınız? Onların içi rahat bir şekilde arabalarını park etmeleri ve devletin de legal bir şekilde parkmetreden parasını alması hiç aklınıza gelemiyor mu?

Ersun Yanal’ın yaşadığı medya kumpası!

Fenerbahçe, Türkiye’nin medyada en çok ilgi gören takımı. Maçı kazandığında spor gazetesi satışları ikiye katlanır.. Aynı zamanda F.Bahçe’nin karışması başkan, yönetim, teknik direktör veya ünlü bir futbolcunun yerinden edilme olasılığı, medyanın iştahını kabartan, “vampir” kimliğine geçişine neden olan gelişmeler. Aklı olan herkes görüyor -ki zaten geçen yıldan da işaretlerini gördüğümüz şekilde- Türkiye liginde artık “4 büyükler her maçı kazanacak, diğerleri de nal toplayacak” devri bitti. Gerçekten herkes herkesi her yerde yenebiliyor. Fenerbahçe’yi deplasmanda yenen Antalyaspor bir sonraki hafta kendi evinde altı gol yiyebiliyor. Örnekler sonsuz. Artık bu makasların daraldığı yeni dönemi hazmetmemiz lazım. Her maçı kazanamayan büyük takım hocalarını, -Fatih Terim hariç- her mağlubiyetten sonra suçlu iskemlesine oturtup ayağını kaydırmaya gayret etmek medyanın bir hastalığı oldu. Özellikle bu seneki hedefleri, Yanal ve Abdullah Avcı. Birkaç haftadır ister televizyon programlarından ister gazete sütunlarından manşetlerden veya köşe yazılarından Ersun Yanal’a saldırıların ardı arkası bitmiyor. Kimi mesela Beşiktaş maçından önce TV’de Yanal’a “Güle güle sana” şarkısını çalıyor, kimi Fenerbahçe’nin beş gol attığı maçlardan sonra bile hocaya fatura çıkarabiliyor, hatta bir tek övgü kelimesi bile kullanmadan! Sonuçta her biri, Fenerbahçe Beşiktaş’a yenilsin kulüp karışsın Yanal gitsin diye yapmadıklarını bırakmadılar, adeta bu uğurda öldüler! Ben de bu komplonun farkına vararak elimden geleni sosyal medyada yaptım, Ersun Hoca’ya moral verdim, kendisiyle de görüştüm. Sonuçta gözünü kan bürümüş medya terminatörlerinin hevesi kursağında kaldı! F.Bahçe iyi oynayarak kazandı. Ama sarı lacivertli takımın yöneticilerine de bir çift sözüm var: Bırakın artık bu yazboz tahtası meraklılarının baskısını. Yanal gibi bir hocaya 4-5 yıllık bir süreç sunarak güven verin. Takım ancak o zaman oturur. Yoksa her yeni hoca ve 8 oyuncu deprem yaratmaya devam ederse, F.Bahçe daha on yıl şampiyonluk görmez!



    




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları