Canım arkadaşım Onat Kutlar...

12 Ocak 2020 Pazar

Zaman uçuyor... 25 yıl olmuş... O lanet terör belası seni aramızdan koparıp götüreli...

Bu akşam Süreyya Operası’nda seni tanımış ya da seninle hiç karşılaşmamış dostlarla seni konuşacağız, seni dinleyeceğiz, seninle güleceğiz, seninle hüzünleneceğiz, seni yaşayacağız! Ve seninle birlikte, yazgıya başkaldıracağız... Bir kez daha senin sesini, aydın sorumluluğunu, genç kuşaklara yayacağız!

Canım arkadaşım Onat; bu geceyi hazırlarken, tüm kitaplarını yeniden, yeniden okudum. Ve bir kez daha düşünce derinliğine, bilgi birikimine, düz yazılarındaki şiire, Doğu ve Batı - yerel ve evrensel olanın kucaklaşmasına, ama en çok, en çok o müthiş inceliğine, duyarlılığına, yazın işçiliğine yeniden hayran oldum.


Canım Onat, “Yeter ki Kararmasın” başlıklı kitabın önümde... Aydınları susturmaya, sindirmeye yönelik 12 Eylül darbesinden sonra sayısız dost hapisteydi. Senin yazdığın ve benim dergimde yayımladığım, dışarıdan içeriye mektuplar “yalnız değiliz” inancını bileyen yazılardı: Sadece “içeridekiler” değil, “dışarıdakiler” de sabırsızlıkla bekler olmuştuk o mektupları. Çünkü umudu diri tutan onlardı.

Bu mektuplar aslında sanadır sevgili arkadaşım. / Adını bile bilmediğim sana/ ” diye başlayan, “adını bilmesem ne çıkar?” diye süren bu denemeler, o zor günlerde, yaşamı, yaşanabilir kılıyordu... O mektuplarla bizlere özgürlük alanları yaratıyordun.

Ah Onat, bugün, o günleri arar olduk! Bugün yazıyor olsaydın, yine içeridekiler için yazardın ve baharın gelişini hızlandırırdın!


Canım Onat, hani bir şiirinde soruyorsun ya: “Kıyımlar acılar kanlar içinde / Savrulurken yaşadığımız günler / Bu soruyu mutlaka soracaksın: / Ne kaldı, ... ne kaldı bizden geriye?” diye...

Söyleyeyim: Türk edebiyatında okuduğum en güzel öyküler kaldı. Akılla duyarlılığı, bilgiyle birikimi dizelerde buluşturan şiirler kaldı. Her biri başlı başına bir öykü olan denemeler kaldı... Sinema birikimimiz kaldı... Bir de özgürlük inancı; dayanışma ve direnme gücü... Önümüzde açtığın ufuklar... Dostluklar, dolu dolu kahkahaların kaldı.

Toplumu geriye karanlığa götürecek her adıma savaş açan arkadaşım. Direndin. Uyardın. Önerdin.

Bu ülkenin bilime, sanata, özgürlüğe, içtenlikle bağlı insanlarla aydınlığa çıkacağına olan inancımızın bir düş olmadığını” anlattın herkese...

Sabırla anlattın. Bilge kişiliğinle, yeni zamanların bir dervişi gibi anlattın. İşte bir de bu inanç kaldı!


Son yazılarından birinde sanki bugünü söylüyordun:

Para, ün ve iktidar hırsının gözleri bürüdüğü, ortaçağ karanlığının her gün biraz daha koyulaştığı, köylerin, kasabaların, kentlerin etnik boğuşmalarla kan gölüne döndürüldüğü, gerçeğin mafya liderlerinden sorulduğu, hapishanede yazarların, bilim adamlarının çürütüldüğü, devletin ve halkın iliklerine kadar soyulduğu, soygunun soyana kâr kaldığı, goygoycuların minareye kılıf hazırladığı, eğitimin ve yönetimin şeriatçılara teslim edildiği, politikacıların çoğunun iktidar labirentlerinde kaybolduğu ya da çıkar peşine düştüğü, erdemin, dürüstlüğün, onurun unutulduğu, kültürün, kültürfizikle karıştırıldığı bu şiddet, bu soygun ve ikiyüzlülük toplumunda (...), acaba ün ve çıkar hırsı ile gözleri kararmış olanlar yeterince farkında mı? Böyle bir toplumda kültürün yeri ne?”


Canım Onat, bugün, kültür değil CEHALET baş tacı edilip yüceltiliyor! Ama yılmıyoruz. Mücadeleye devam diyoruz! Senin ozan yüreğinden bize ulaşan “bahar isyancıdır” sözünden güç alıyoruz.

Hele İdil Biret’li, Genco Erkal’lı bu akşam sona ersin, bizim dünyamızda yine en tatlı yemiş “aydınlık”, en güzel çiçek: “umut” diyebilmek için kadehimi sana kaldıracağım, canım arkadaşım.





Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları