Olaylar Ve Görüşler

Atatürk'ün maliye politikası

27 Ocak 2020 Pazartesi

NE LİBERALİZM, NE SOSYALİZM; ATATÜRK’ÜN EKONOMİ VE MALİYE POLİTİKASI

Osmanlı’nın çöküşü üzerinde yeni tipte “Cumhuriyet Devleti” yaratmanın yüksek dehası, o süreçlerin koşulları, Anadolu’nun karanlık steplerinde çağdaş bir ulus yaratılması, emperyalist kuşatmanın aksine ulusal, ekonomik hamleler yapılması, büyük önderin kendi deyimiyle; “az zamanda çok işler” başarmanın sırrı, muhafazakarlıkta ve liberallikte değil; ulusal egemenlik, tam bağımsızlık, bilim ve devrimciliktedir.

Atatürk dönemi, ekonomi ve maliye politikaları büyük önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından geliştirilen ve izlenen, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yol gösterici nitelikte, öncü ve çağı aşan ekonomi ve maliye politikalarıdır. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, hiç kuşkusuz sadece Türk ulusunun değil; bütün insanlık tarihinin karşılaştığı en büyük siyasi, askeri ve ekonomik dehalardan birisidir, fakat; Atatürk’ün siyasi ve askeri dehasını açıklayan çalışmalar çoksa da, iktisadi yanını ortaya koyan, kendisi tarafından izlenen ekonomi politikalarını anlatan çalışmalar çok sınırlıdır.


ÖZGÜN BİR MODEL

Atatürk’ün ekonominin önemini açıkça görebilecek bir fikir olgunluğuna sahip olduğu sonucuna, gerek kendisinin sözlerinden, gerek tutum ve davranışlarından rahatlıkla ulaşmak mümkündür. Atatürk tarafından izlenen ekonomi politikaları, geçmiş deneyimler, mevcut ekonomik koşullar ve ulaşılmak istenen güçlü ekonomik yapı göz önünde bulundurularak şekillenmiştir. Şu bir gerçektir ki; dönemin ekonomi öğretilerine bağlı kalmayan özgün, çağın ilerisinde bir anlayışa haizdir. Büyük önder, Türk devrimini yalnızca siyasi alanla sınırlı bırakmamış, ekonominin de demokratikleşmesini sağlamıştır ve bu demokratikleşme sürecinde ne sosyalizm ne kapitalizm öğretilerine bağlı kalmış; Atatürkçü ekonomi modelini geliştirmiştir.

Atatürk’ün iktisadi duruşu ne liberalizme ne de sosyalizme dahil edilmeye çalışılmamalıdır. Atatürk’ün izlediği ekonomi politikaları esasında, çağın geçirmekte olduğu gelişim ve oluşumları daima gözetmiş, kişiliğinin temel özelliklerinden sayılan bilimsel gerçekçiliğini ortaya koymuştur. Atatürk, ekonomik bağımsızlık olmaksızın siyasi bağımsızlığın sağlanamayacağına inanmış ve öncelikle, iktisadi yapıya uygun bir mali yapı oluşturmaya çalışmıştır. Atatürk dönemi mali politikalarının temeli, devlet hazinesini yurt içinde ve yurt dışında güçlü kılmak düşüncesine dayanmış ve kuşkusuz, içinde bulunulan mali koşullar ve yerine getirilmesi gerekli olan zorunluluklar tarafından şekillenmiştir.

Atatürk tarafından sosyalizme de kapitalizme de bir alternatif olarak geliştirilmiş olan ekonomi modelinin özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

- Demokrasiye içtenlik ve tutarlılıkla bağlı kalıp, özgürlük içinde planlı kalkınma ilkesinin örneğini vermesi; ulusal egemenlik ilkesinin, gerçek anlamda ekonomik kalkınmanın da güvencesi olduğunu göstermiş olması,

- Gelir dağılımında adaleti göz ardı etmeyen bir ekonomi modeli olması,

- Eğitimde fırsat eşitliğini sağlayarak tüm nüfusu ekonomik açıdan üretken, etkin ve verimli kılma düşüncesine dayalı olması,

- Ekonomik ve mali bağımsızlık olmadıkça Türk toplumunun uygar insanlık ailesi içinde onurlu bir toplum olarak yer almayacağını bilip, tam bağımsızlığı ilke edinmesi, yani sömürgeciliği etkisiz kılan bir model olması,

- Gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olan ülkelerin gelişmesini engellemek için ortaya atılan bir engeli aşarak sanayileşmeyi sağlayan bir model olması,

- Planlı ve düzenli bir kalkınma modeli niteliği taşıması.

"HAKİMİYET-İ İKTİSADİYE"

Cumhuriyetin kurucusu Atatürkçü kadro, mali bağımsızlığı bir haysiyet ve onur meselesi olarak görmüş ve bu uğurda izledikleri kararlı politikalarla, genç cumhuriyete uluslararası arenada itibarlı bir kimlik kazandırmışlardır.

Ulusal egemenliğin yalnızca siyasal demokrasiyi elde etmekle sağlanamayacağının, bunun tam olarak gerçekleştirilmesi için ekonomik büyüme ve kalkınmanın da sağlanmasının gerekli olduğunu bilen, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasında da; “Hakimiyet-i İktisadiye” olmadan, “Hakimiyet-i Milliye” nin gerçekleştirilemeyeceğine dair sözleriyle ekonomik ve mali bağımsızlığa verdiği önemi vurgulamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, siyasi açıdan büyük bir devrimi, büyük bir dönüşümü simgelese de, Osmanlı’dan devralınan ekonomik miras dolayısıyla, aynı devrimi mali alanda yapabilmek oldukça güç olmuştur. Atatürk, özgün bir ekonomi yönetimi ile, Atatürkçü ekonomi politikaları doğrultusunda, devletin temel görevlerini adalet, savunma ve diplomasi ile sınırlı tutmamış, bunlarla birlikte devlete, gerekli hallerde eğitim, sağlık, bayındırlık alanlarında da müdahaleci roller yüklemiştir. Atatürk, bireysel girişimi ve özel üretimi esas almış, devlete özel sektörün yetersiz olduğu alanlarda tamamlayıcı ve öncü bir rol biçerek milli burjuvaziyi oluşturmaya çalışmıştır.

Büyük önder M. Kemal Atatürk milli burjuvaziye verdiği önemi şu sözlerle dile getirmiştir;

Halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için ticaretin yabancı ellerde olmasını engelleyecek tedbirler alınacaktır. Ticaret ve kaynaklar, bizden olan tüccarların elinde olacaktır.”

Uzun ve yorucu olan Birinci Dünya Savaşı ardından girdiği Kurtuluş Savaşı’ndan galibiyet ile çıkan Türk Ulusu, 23 Ekim 1920’de, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliği ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmıştır. Bu yıllarda, ekonomisi çökmüş, askerini kaybetmiş Türkiye, mali bağımsızlığı yeniden sağlamayı amaç edinmiştir. Fakat, Osmanlı’dan alınan ekonomik enkaz, Kurtuluş Savaşı’nın finansmanına aktarılan kaynaklar, şeriat yanlıları ile girişilen mücadeleler ve Lozan’da alınan kararlar, siyasi alanda yapılan devrimin ekonomik alanda da gerçekleştirilebilmesi noktasında Mustafa Kemal Atatürk’ü özgün bir ekonomi politikası geliştirmeye itmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin içinde bulunduğu yetersiz ekonomik imkânlara rağmen, ulusal bağımsızlıktan ödün verilmeksizin, ülkenin imarı ve kalkınması ülkenin sahip olduğu sınırlı kaynaklar ile gerçekleştirilmiştir; sosyalizme de kapitalizme de alternatif olan, az gelişmiş ülkelerin ekonomik koşullarına uygun, toplumsal adaleti gözeten Atatürk’ün ekonomi modeli, sömürgeciliği reddederek planlı ve düzenli bir kalkınmayı sağlamıştır.

PLANLI KALKINAN İLK ÜLKE

Hem iktisadi kalkınma sürecine devletin katılması gerektiğinin, hem de bu sürecin planlı bir şekilde yürütülmesi gerektiğinin farkında olan Atatürk’ün ileri görüşlülüğü, Türkiye’ye, az gelişmiş ülkeler arasında kalkınmayı planlı bir biçimde yürüten ilk ülke olma özelliği kazandırmıştır.

Uygulanan politikaların daha yüksek başarı sağlayamamış olmasının gerekçelerini ise şu şekilde sıralamak mümkündür;

  • Ekonomisi neredeyse sıfır noktasından başlayan yeni cumhuriyet hükümetinde özel tasarruf ve özel teşebbüs çok azdı.

  • Ticaret azınlıkların ve Levantenlerin elindeydi; bunların dahi sanayiye aktaracak yeterli sermayesi yoktu.

  • Türklerin çoğu devlet memurluğu ve askerlik mesleğini seçmişlerdi.

  • Çiftçiler, ulaşımdaki eksiklikler nedeniyle piyasadan kopuktu; kapalı ekonomi içinde bulunuyor, çok düşük teknoloji ve sermaye ile çalışıyorlardı.

  • Devlet yeterli vergi gelirine sahip değildi ve Türkiye özel yabancı sermaye akımına kapalıydı.

  • Cumhuriyetin ilk yıllarında hükümet, ekonomik büyüme ve kalkınmanın sağlanmasından ziyade, şeriat yanlılarında gelen itiraz ve isyanları bastırarak, modern Türkiye için gerekli reformların sağlanmasına ağırlık vermek durumunda kalmış ve bu durum da kaynak yetersizliğine yol açmıştı.

YENİ BİR İKTİSAT OKULU

Dönemin Ekonomi Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un 1923 yılında, İzmir İktisat Kongresinde yaptığı konuşma Atatürkçü ekonomi politikalarının bir bakıma toplu özetini yansıtmaktadır;

Yeni Türkiye ekonomisi, varolan iktisadi sistem ve siyasetlerin hiçbirinin aynısı olamaz. Ülkemizin ekonomik gereksinimlerine, iktisadi tarihimizin ruhuna uygun özgün bir ekonomi politikası izlemek zorunludur.

Biz ekonomi tarihi içindeki ekollerden hiçbirine bağlı değiliz. Ne, “bırakınız yapsınlar-bırakınız geçsinler” okulundan, ne de sosyalist, komünist, etatist ve himaye okullarından değiliz.

Bizim de, yeni Türkiye’nin, yeni ekonomi anlayışına göre, yeni bir iktisat okulumuz vardır. Buna ben, ‘Yeni Türkiye İktisat Okulu’ diyorum. Yukarıda belirttiğimiz iktisadi sistemlerden hiçbirine bağlı olmamakla beraber, ülkemizin gereksinimlerine göre bunlardan yararlanmayı da ihmal etmeyeceğiz.”

Prof. Dr. Afet İnan da, “Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Planı 1936” adlı kitabında Atatürkçü ekonomi politikalarına şu sözleriyle açıklık getirmektedir;

Türkiye’nin tatbik ettiği Devletçilik sistemi 19. yüzyıldan beri sosyalizm kuramcılarının ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir.

Bize göre devletçiliğin anlamı şudur: Bireylerin özel teşebbüs ve faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir ulusun bütün ihtiyaçlarını ve pek çok şeyin yapılmadığını göz önünde tutarak ülke ekonomisini devletin eline almak.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardan beri bireysel ve özel teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve görüldüğü gibi kısa zamanda yapmayı başardı.

Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi, Liberalizmden başka bir sistemdir.”

Başbakan İsmet İnönü de liberal iktisat öğretisinin söylemlerini sığ bulmakta ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik gerçekliğe uygun olmadığını savunmaktadır. İnönü, Atatürk tarafından izlenen ekonomi politikalarını “ılımlı devletçilik” olarak adlandırmaktadır:

Ilımlı devletçi olarak kalkınma eğilimlerine ve isteklerine yetişemediğimiz için kusurluyuz. Devletçilikten vazgeçip her nimeti sermayedarların faaliyetinden beklemeye terk etmek, bu ülkenin anlayacağı bir şey midir?”

ILIMLI(MUTEDİL) DEVLETÇİLİK

İsmet İnönü bir başka konuşmasında da liberalizme yönelik eleştirilerini şu sözlerle dile getirmektedir:

Liberalizm kuramı, bu ülkenin zor anlayabileceği bir öğretidir. Biz, ekonomide gerçekten ılımlı devletçiyiz. Bizi ılımlı devletçiliğe iten, bu ülkenin gereksinimleri ve bu ulusun doğuştan eğilimidir.”

Mahmut Esat Bozkurt, Afet İnan ve İsmet İnönü’nün açıklamalarından da anlaşıldığı üzere, Atatürkçü ekonomi politikaları, Türk ulusunun çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırılması hedefine yöneliktir. Bu uygarlık düzeyi, zamanın batı toplumlarında örnekleri görülen bir ekonomik refah düzeyidir. Üstelik Atatürk tarafından benimsenen bu ekonomik kalkınma modeli, dünyanın ezilen uluslarına örnek teşkil edecek özellikler taşımaktadır. Çağdaş bir ekonomi modelinin bütün unsurlarını taşıyan Atatürkçü ekonomi politikalarının, belirli ve ölçülebilir amaçları, bu amaçlara uygun araçları, araçların topluca amaçlara yönelmesini sağlayan bir sistem yaklaşımı, ekonomik sistemin bütün alt sistemlerle belirlenebilen ve ölçülebilen sonuçları ve bu sonuçların amaçlarla karşılaştırılmasından sonra ulaşılacak yargılara göre düzeltilmesini sağlayacak bir geri besleme düzeni vardır. Bu özellikleri olan Atatürkçü ekonomi politikası ile Atatürk, askeri stratejide uyguladığı o eksiksiz sistem yaklaşımını, amaçladığı toplumsal kalkınma sisteminin bir alt sistemi olan ekonomiye de uygulamıştır. Atatürk tarafından uygulanan devletçilik anlayışı, sosyalizm tarafından öngörülen fikirlerden beslenen bir sistem de olmamış; bu devletçilik anlayışı Türkiye’nin kendi ihtiyaçlarından doğmuş, kendine özgü bir sistem olmuştur.

Yetersiz sermaye birikimine ve devralınan kötü ekonomik enkaza rağmen, Atatürk tarafından kararlılıkla izlenen, bir devrim niteliğindeki bu ekonomik politikalar, liberalizmin tek düze ve standart önerilerinin çok ötesinde, çığır açan politikalar olmuştur. Açıkça görülmektedir ki, Atatürk tarafından, Türkiye’de, bütün az gelişmiş ülkelere örnek teşkil edecek özgün ve öncü bir ekonomi politikası izlenmiştir.

Atatürkçü ve devrimci ekonomi politikaları ile yürütülen kalkınma sürecinde benimsenen ilkeler şu şekilde sıralanabilecektir:

  • Ülkenin kalkınma sürecinde devlet müdahalesi bir tercih değil, zorunluluk olarak görülmüştür.

  • Devlet müdahalesi planlı bir biçimde yapılmış, izlenen bütün politikalar etkin biçimde koordine edilmiş; kıt kaynaklar en iyi biçimde değerlendirilmiştir.

  • İçinde bulunulan ekonomik gerçekliğin farkında olunmuş, hayaller peşinde koşulmamış, enflasyonun kişiyi ve toplumu yanıltan ve aldatan ikliminden uzak durulmuştur.

  • Kamu kesimi ve özel kesim ekonomik kalkınma hareketinde birlikte yer almış; herhangi birisi ekonominin tümüne egemen olmamıştır.

  • Bireysel çıkarların da aynı derecede ve aynı eşitlik duyguları ile oluşturulmasına çalışılmış; ulusal servetin dağılımında mükemmeliyetçi bir adalet anlayışı ile, emek harcayanların daha yüksek refahı, ulusal birliğin korunmasında şart görülmüştür.

  • Ulusal bağımsızlığın sağlanması hem temel amaç olarak görülmüş, hem de bağımsızlığın korunması için ulusal bilinç duyarlı ve uyanık tutulmuştur.

  • Özgürlükçü ve demokratik ilkelerin yer aldığı siyasal içerik, açık rejimin en önemli unsuru olarak görülmüştür.

  • Bütün bu kalkınma sürecinde insan sevgisi temel alınmıştır; hümanist ve barışçıl davranılmıştır.

  • Net bir biçimde, gerek sınıf emperyalizmine, gerek ulus emperyalizmine karşı çıkılmış; her iki alanda da emeğin üstünlüğü benimsenmiştir.

  • Başarılı bir kalkınma atılımının uluslararası işbirliğinden bağımsız olamayacağının farkında olunmuştur.

ÜÇÜNCÜ BİR YOL

Atatürk, ekonomik kalkınmayı sağlayabilmek için, o güne kadar uygulamaya konulmuş modeller olan liberalizmin de, sosyalizmin de yetersizliklerini fark ederek, yeni ve özgün bir ekonomi yönetimi geliştirmiştir. Atatürk tarafından kaleme alınan ve 1929 yılında yayınlanan “Yurttaş İçin Medeni Bilgiler” adlı kitapta, liberalizme de, sosyalizme de köklü eleştiriler getirilmiştir. Sosyalizmin, yakın tarihte başarısızlığı açıkça görülen bir ekonomi yönetimi olduğunu belirten Mustafa Kemal Atatürk, “Yalnız başına yaşayan birey düş kurgusuna dayalı olmakla eleştirilir; yalnız serbest rekabetle de bir ekonomik düzen kurulamaz; kurulabileceğini sananlar, kendilerini bir serap karşısında aldatılmaya koyuverenlerdir.” sözleriyle de kapitalizmi eleştirmiştir. Atatürk, kapitalist düzenin “yalnız başına yaşayan birey”, sosyalist düzenin ise “bireylerden soyutlanmış devlet” gibi gerçek dışı düşüncelere dayalı olduğunu görmüş ve her iki düzenin de insanın doğasına aykırı olduğunu öne sürmüştür.

Atatürk’ün ekonomi politikaları, Atatürkçü düşüncenin pragmatik-demokratik idealinden ayrı düşünülemeyecektir. Türk ulusunun sosyal adalet içerisinde sınıflar arası dayanışma anlayışı ile kalkınmasını sağlayacak bu politikalar, yalnızca bir ekonomik model ile sınırlı kalmayıp, aynı zamanda sosyal bir politikayı da içermektedir. Bu bakımdan Atatürkçü ekonomi politikaları, yaşanan ekonomik sorunlara konjonktürel çözümler arayan geçici politikalar değildir, aksine; Türkiye’yi geri kalmış yarı sömürge ekonomisinden kurtarmak, siyasi ve kültürel bağımsızlığını, ekonomik bağımsızlığına dayandırmak için ortaya konan akılcı, pragmatik, özgün, ulusalcı ve bilimsel bir düşünce sistemidir.

BİR İNANÇ İŞİ 

Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, ekonomi politikalarının başarıya ulaşabilmesi ve hedeflenen ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesi için, halkın bu sürece katılımının ve inancının sağlanması gerektiğinin farkında olmuş, iktisadi kalkınmanın her şeyden önce bir inanç işi olduğunu bilerek, halkın inançla bu sürece katılımını sağlamak için çalışmıştır.

Ekonomik büyümenin ötesinde kalkınma yapısal bir değişimdir; ekonomik yapıların değişimlerinin yanı sıra zihniyet değişikliğini, halk katılımını da zorunlu kılar ve bu süreçte asıl zor olan zihniyet değişikliğini sağlamaktır. Mustafa Kemal Atatürk bu gerçeği 1924 yılında görmüştür;

Uzun yıllardan bu yana yapılan çalışmaların verimini harcamak zorunda kalmış olan ülkemiz, ekonomik olarak geleceğe yönelik işlere güçlü bir halde başlamış bulunuyor. İktisadi işlerde çalışmak hevesi, topraklarımızın verimlilik ve bolluğuna duyulan haklı ve derin güven duygusu, ülkenin fakir veya zengin bütün evlatları tarafından hissedilmektedir. İktisadi ilerleme yönünden çok önemli olan bu uyanış, Yüce Meclis ve hükümet tarafından çıkarılacak cesaret verici yasalar ve işleyici önlemlerle korunmalıdır.”

Başbakan İsmet İnönü de Atatürk ile aynı kanaati paylaşmaktadır:

Aklı eren bütün vatandaşlarımın bilincini uyandırmak ve bu uğurda devletin bütün güçlerini atılıma getirmek kesin kararımızdır.”

Atatürk dönemi ekonomi ve maliye politikası incelendiğinde, 1923- 1929 yılları ekonomik koşullarında devletin yeniden inşa edildiği; 1930- 1938 yılları arasında ise kapalı ekonomi koşullarında; etkin ve öncü devlet anlayışına uygun sanayileşme politikalarının benimsendiği görülmektedir. Her iki dönemde izlenen ekonomi politikaları farklılık gösterse de, izlenen maliye politikası değişmemiş; her iki dönemde de mali disiplini sağlama amacından ve bütçe hakkından vazgeçilmemiştir.

1923-1929 yılları arasında ekonomi koşulları yeniden inşa edilirken, devlet, hem altyapı hizmetlerini gerçekleştirmiş, hem de eğitim ve sağlık alanındaki eksiklikleri gidermiş, yani milli burjuvaziyi oluştururken, toplumsal adaleti de göz ardı etmemiştir. Bu süreçte izlenen politikalar analiz edildiğinde, Türkiye’nin o günkü koşullarla sınırlı olmanın çok ötesine geçtiği görülmektedir.

KEMALİST MODEL

Atatürk döneminde, bütün dünyada hakim olan liberal ekonomi anlayışı içinde tasvir edilen “Jandarma Devlet” anlayışının dışına çıkan ve Atatürk tarafından benimsenen devletçilik rejimi şu ilkelere dayanmaktadır:

  • Özel teşebbüs esastır, ancak; özel sektörün üretim yapamadığı veya yetersiz kaldığı alanlarda devlet müdahale etmeli, yapacağı yatırımlar ile kalkınma ve sanayileşmeyi sağlamalıdır.

  • Devlet teşebbüsleri, temel olarak sanayi sektörü için, yani; enerji, maden, imalat gibi sektörler için kurulmalıdır.

  • Sulama, köy yolu gibi yatırımlar devlet tarafından gerçekleştirilmeli fakat, araştırma amacıyla kurulacak üretim çiftlikleri istisna tutulmak üzere, tarımda devlet üretimi olmamalıdır.

  • Özel teşebbüs, herhangi bir alt sektörde yeterli üretimi yapabildiği takdirde, o alandaki üretim özel sektöre devredilmelidir.

Batılı devletlere verilen kapitülasyonların 1929 yılında Lozan Anlaşması ile sona ermesi, yine aynı yılda patlak veren ekonomik buhran ile birlikte dünyada Keynesyen anlayışın yükselmesi ile 1930-1938 yılları arasında devletçi politikalar bütün dünyada yükselmeye başlamış, devlet ekonomik ve sosyal hayatta aktif rol oynamıştır.

Kapitalizmin ortaya çıkmasından bu yana ekonomik sistemlerin yaşadığı en büyük kriz olan Ekonomik Buhran ile birlikte, Türkiye Ekonomisi serbest ticaret- açık kapı politikalarını bırakarak, dışa kapalı bir süreçte, devletin çok daha aktif rol alacağı bir sanayileşme hamlesine girmiştir. Bu dönemde, kamu harcamalarını kamu gelirlerine uygun olarak dengelemek ve ithalata sınırlamalar getirerek, dış ticaretin açık değil fazla vermesini sağlamak amaçlanmıştır.

Atatürk’ün, izlediği ekonomi politikaları ile önemli ölçüde krizin dışında kalmayı başardığını ve sanayileşme adına önemli adımlar attığını söylemek mümkündür. Türkiye, bunu da, mümkün olduğu kadar dışa kapalı bir iktisat politikası ışığında ve kamunun, sanayi teşebbüslerinin yatırımlarını planlama çabaları sayesinde sağlamıştır.

Az gelişmiş ülkelerde “devlet öncülüğünde planlı sanayileşme” uygulaması ilk defa Atatürk Türkiye’sinde gerçekleşmiştir. Bu planlama ile ülkede ihtiyaç duyulan temel sanayi mallarını kamu girişimleri aracılığıyla üretmek hedef alınmış ve plan hazırlandığında dış kaynak öngörülmemiş, planın öz kaynaklarla yürütüleceği görüşü egemen olmuştur.

Çağın ötesinde bir ileri görüşlülükle, vatansever bir yaklaşım ve ulus olma çabaları ile atılan bu sanayi hamlelerinin, başarılı sonuçlar vermiş olmasının bir nedeni de, sermayedarı düşük ücretle cezbetmeye çalışmanın gerçekçi bir politika olmayacağının fark edilmesi ve bir eğitim hamlesi yapılıp, nitelikli işgücü yaratılarak, kalıcı bir büyüme ve kalkınma sağlanmış olmasıdır; öyle ki, Atatürk döneminde ortalama %14’lere kadar çıkan büyüme rakamlarına ulaşılmıştır.

Prof. Dr. Duran BÜLBÜL



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları