Meriç Velidedeoğlu

Yalnızca ‘Padişah’lık Yetmez(!)

26 Aralık 2014 Cuma

Geride bıraktığımız hafta içinde “ABD Massachusetts Teknoloji Enstitüsü” görevlisi Prof. Dr. Doran Acemoğlu’nun, “hukuk”un “iktisat”la ilişkisi bağlamında bir konferans vereceğini gazetelerde okuyunca, babası Prof. Dr. Kevork Acemoğlu’nu anımsadım.
“Baba Acemoğlu”, “İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi”nde okurken, Prof. Dr. “Hıfzı Veldet Velidedeoğlu”nun ilkin öğrencisi olmuş, ardından da asistanı, doçenti...
Ayrıca da, Hıfzı Veldet Hoca’yı emeklilik yaşından önce -siyasi baskıyla- emekli edip üniversiteden uzaklaştırmak isteyen yönetime karşı, “Velidedeoğlu”nun açtığı davada Hocasını savunmuş, davayı kazanarak görevine dönmesini sağlamıştı.
“Velidedeoğlu” emekliye ayrıldıktan sonra da, “K. Acemoğlu”, henüz beş-altı yaşlarındaki oğlu “Doran” ile birlikte, ziyarete gelirlerdi; küçük “Doran” raflara dizili onca kitabı görünce: “Ben büyüyünce bunları hiç okumayacağım!” diyerek tatlı tatlı tepki verirdi.
Oysa büyüyünce öyle bir okumuş ki, dünyanın “10 ekonomisti” arasında yer alan bir bilim adamı olmuş, gazetecilerin “AKP” hükümetinin “Ekonomik Reform Paketi”yle ilgili sorularına verdiği yanıtlarla, konferanstaki ilginç sunumuyla, babasının -o titiz- çizgisinde özenle yürüdüğünü gördük.
Gerek “Orhan Bursalı” ile yaptığı söyleşide gerekse konferansında, Türkiye’deki rejimin adının “padişahlık” olduğunun, ülkede bir “padişah yönetimi”nin varlığının altını çizdi pek yerinde, pek haklı olarak.
Şöyle bir geriye dönüp baktığımızda şunu görürüz; “16. yüzyıl”dan başlayarak yıkılana dek dört yüzyıl boyunca “Osmanlı”nın “padişahlık” yönetimi, “halifelik” kurumunu da içermiş; dolaysiyle “padişah” aynı zamanda “halife” olarak “Halife Padişah” ya da “Halife Sultan” unvanını taşır olmuştu; bu durumun padişahlar için, “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi!” yakıştırmasını iyice yaygınlaştırdığından söz edilir.
Bu “halifelik” ve “halife” konusu günümüzde de “Dördüncü Din Şûrası”nda, adı anılmadan -“artık sıra dışıdır anlamında” gündeme getirilmişti.
Yönetiminin başında “padişah” olduğu -dışta da- yoğunlukla belirtilen; “halifelik” ve “halife” konusunu da gündeme oturtan bir ülkede, bilmem ki artık “Diyanet”ten ve “Başkanı”ndan söz edilebilir mi?
Sanırım bu “kurum”u, “Şeyhülislamlık”, başkanını da “Şeyhülislam” olarak adlandırmak en uygunu, en yakışanıdır; çünkü bu kurum -dünya Müslümanlarını da bir bakıma içine alan- Osmanlı’nın “İtfa Makamı”, “Fetva Makamı” olan “Şeyhülislamlık”a “dönüşmüş” gibidir, ya da üzeredir.
Diyanet’in “Başkanı Mehmet Görmez” bu “dönüşümü”, “Şûra”da -dolaylı olarak- şöyle dile getirmişti: “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın din eğitimi müesseseleri, sadece kendi ihtiyaçları için değil, dünyadaki Müslümanların ‘müracaat’ kaynağıdır! Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da bu ‘anlamda’ kendisini ‘yeniden’ gözden geçirmesi gerekir!”
Ayrıca “Şûra”da konuşan -imamlık eğitimi almış- “Erdoğan” da bu konuyla bağlantılı olan, dahası sonuca götürecek şu kısa vurgulamayı yapar: “Bu dinin ‘bir sahibi’ var!”
Yeryüzünde, İslama inanıp dinini sahiplenen yüzler, milyonlar, milyarlar bir kenara, bu “Bir Sahip” bir kenara... Eh! “Padişah” tamam, “Şeyhülislamlık” oluşmuş -resmen de oluşmak üzere- sırada ne var?
“Seçim” süreci başladı; pespembe bir “düş”ü, “halifeliği”, “halife”yi -adını anmadan da olsa- gündeme salıvermek pek de yabana atılacak bir “düş” olarak görülmemeli; “Ilımlı”da olsa bir “İslam Devleti” olarak damgalanan günümüz Türkiye’si için...
Böyle bir “rejim değişikliği”nin ya da böyle bir “değişiklik” belirtilerinin ortaya konmasının; toplumlarda “ikilik”, “ikili” bir yapılanma yarattığı kabul gören bir gerçektir.
Dolaysiyle bunun dört dörtlük bir örneğinin Türkiye’de “Yaşatılmakta” olduğu, açıkça ortada olduğu gibi, emperyalizmin lideri “ABD”den tepe tepe kullanması istenen, “R.T. Erdoğan” tarafından gerçekleştirilmesi de hem doğaldır, hem de -yine- dört dörtlük bir örnektir; bilmem katılır mısınız?
Prof. Dr. Acemoğlu’nun: “Demokrasi’nin yerleşmesi; ‘hukuk’ sisteminin yerleşmesi, ‘taban’dan taleplerin gelmesiple ancak kalıcı olabilir. İnsanlar ‘hak’ ve ‘özgürlükleri’ne ‘taban’dan ‘sahip’ çıkmalıdırlar!” vurgulamasını, çağrısını “Batı”da ‘taban’ın sahiplenmesiyle bu ülkelerde “laik yaşam-demokrasi” doğal bir yapıya kavuşmuş, evrensel “insan hak ve özgürlükleri” de böyle bir boyuta uzanmıştır.
Kuşkusuz, “şeriat”la yönetilen “İslam” toplumlarında “taban”ın bu sahiplenmeye erişmesi “zor”dur; dahası “zor”un da ötesindedir; ama “laik” yaşamı, “laikliği” temel alan bir “devrim” geçirmiş olan Türkiye’de, “taban” bölünse de, bu “sahiplenme”yi var gücümüzle koruyup sürdürmeliyiz; bunu yapan gençlerimizin de yanında olmalıyız!
Yarın Beşiktaş’ta da “Kubilay”ı analım!
Not: “Cumhuriyet Gazetesi”nin tüm çalışanlarının yeni yılını yürekten kutlar, teşekkürlerimi sunarı  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları