Üç Yıl Önce Roboski’de

28 Aralık 2014 Pazar

Ben katliamdan (28.12.2011) on beş gün sonra oraya gittiğimde, bölgenin adı Uludere’ydi. Daha sonra bölge Kürtçe adıyla anılmaya başladı ve şimdi adı Roboski! Oradan döndüğümde, yaşadıklarımı, gördüklerimi bir dizi yazıyla sizlere de iletmiştim. Bu yazılar daha sonra Meclis’te tanıklıklar olarak gösterildi. Şimdi üç yıl sonra yeniden hiçbir şeyin değişmediğini görünce dayanamadım. Sizlere de kendime de bir kez daha olup biteni anlatmak istedim.
Bölgede üç köy var, Gülyazı, Ortasu ve Ortabağ. Çok değil on beş gün önce, bu köylerden ağıtlarla birlikte çoğu çocuk tam 34 cenaze kaldırıldı. Onların üstüne F16’lardan yollanan, en ucuzu dört yüz bin dolar olan MK82 ve MK83 bombaları atıldı.
İşte bölgeyi avucunun içi gibi bilen Güneydoğu sorumlumuz Mahmut Oral’la Ortasu’dayız. Bizi karşılayıp, geniş bir odaya alıyorlar. Gencecik iki kadın, gözyaşlarını yemenileriyle silip, usulca “hoş geldiniz” diyorlar, erkekler gözyaşlarını göstermek istemiyorlar ya da gözyaşları dondu.
Söze önce Muhtar Mehmet Bey başlıyor. “Bizim buralarda yıllardan beri kaçağa çıkılır ve Gülyazı’daki tugayın komutanından erlere kadar herkes bunu bilir. (Yazarın notu: Bir tugay 3 alaydan oluşuyor, her alayda 3000 asker var.) Ayrıca kaçak yolu, yani sınıra sıfır bölge tepedeki kulelerden açık açık görünür, yani insansız uçaklara gerek yoktur. O yoldan bir gün önce de 150 katır geçti, ertesi gün kırk katırla bizimkiler yola çıktı. 5.30 gibi yoldaydılar, güle oynaya gittiler; anneleriyle babalarıyla helalleştiler. Cep telefonları açıktı.
Muhtar sözlerine devam ederken, kapı açılıyor ve yirmilerindeki Davut Encü odaya giriyor, Muhtar “Bundan sonrasını o anlatsın” diyor, “katliamdan kurtulan üç kişiden biri o”.
Davut sözü alıyor: “Köyden yola çıktık, iki kilometre sonra Irak’a geçtik, bir süre malları bekledik, sonra mallar geldi, biz oralarda yaşayan herkesi tanırız, çoğu akrabamız olur, oralarda daha ucuz olduğu için mazot, benzin, sigara, cep telefonu, bir de şeker çok alırız. O gün de öyle oldu, mallarımızı katırlara yükledik, yemek yedik, sekiz gibi yola koyulduk, bir saat sonra sınıra geldiğimizde daha önce açık olan üç yolun askerler tarafından tutulduğunu gördük. 15’lik üç grup halinde yürüyorduk. Baştaki grup biz arkadakileri telefonla uyardı. Durduk. Birden havan topu atışı başladı, bunun üstüne köydekilere telefon ettik.”
Sözü burada Muhtar alıyor: “Ben korucuyum, hemen tugay komutanına telefon ettim. ‘Komutanım geçenler bizim çocuklar’ dedim. ‘Biliyorum’ diye cevapladı, bunu Şırnak’a da bildirdim.”
Davut devam ediyor: “Havan topu ateşi kesildi. Biz bekliyoruz, askerler yolu açsın diye, birden büyük bir patlama oldu, bir ses ve ışık ortalığı kapladı, öndekilerin hepsi ölmüştü. Bize F16’lardan bomba atılmıştı. Durduk, arkadaşlarımızın çığlıkları ve can çekişme sesleri geliyordu, cep telefonlarıyla köyü aradık, ‘üstümüze bomba atılıyor’ diye feryat ettik. Kayaların altına doğru kaçtık, birden ikinci bir bomba daha geldi, ardından üçüncü bomba. Bu bombanın patlamasıyla ben şans eseri dereye düştüm, öylece kurtuldum. Bizim gruptaki arkadaşlarımız korunmak için katırların atına yatmışlardı, bu nedenle katırların organlarıyla arkadaşlarım organları bir arada öleyazdı.”
Bir hıçkırık sesi, Davut’un anlattıklarını bölüyor, 13 yaşında ölen Erkan’ın annesi Felek, ellerini bize doğru uzatıyor: “Ben Erkan’ımı bu ellerle bir katırın altından çıkardım. Sadece gövdesini gördüm, başı bir başka yerdeydi, onu aradım!”
Felek bir çığlık atıyor ve herkes başı önünde susuyor. Kuzenleri, ağabeyi ölmüş Derviş Encü söze giriyor: “Biz fırlayıp olay yerine ulaştığımızda gördük ki, el fenerleri hâlâ yanıyor, ölülerimizin parmakları fenerin üstünde donup kalmış, yani çaresizce biz PKK değiliz diye işaret vermeye çalışmışlar.”
Davut, “Bir şey daha var” diyor, “bombalardan sonra ortalık sessizleşti. Askerler yoldan çekilmişlerdi, yol açıktı”.
Derviş Encü devam ediyor: “Biz köycek olay yerine doğru yola çıktık, kadınlar erkekler olay yerine geldiğimizde sekiz kişi yaşıyordu, ambulanslara telefon ettik, bize hep ambulanslar yola çıktı diyorlardı ama ambulanslar yoktu. O sekiz kişi kan kaybından, donarak öldü, ambulanslar sabaha karşı altı gibi bölgeye gelmeye başladılar. Nerede kaldınız deyince, ‘biz çok önceden yola çıktık ama askerler bizi bırakmadı’ dediler.”
Bir süre bir sessizlik oldu.
Sonra sözü Mehmet Encü alıyor, o bir savaş gazisi. Nüfusu binin biraz üstünde olan köyde dört savaş gazisi var. Mehmet Encü korucu olduğu yıllarda, 1998’de korucuların da katıldığı bir sınır ötesi operasyonda gözünün birini yitirmiş. “Benim 13 yaşındaki oğlum Erkan öldü, iki kardeşim öldü. Onların ölüsünü sırtımda birer birer taşıdım. Şöyle sözler söylüyorlar; onlar da kaçağa gitmeselerdi. Biz neyle geçinelim bize söyleyin! Meralarımız PKK olayından sonra elimizden alındı. Bir karış toprağımız yok! Bölgede gençlerin gideceği fabrika mı var? Çocukların çoğu o gün, aldıkları bilgisayar taksitlerini ödemek için kaçağa gittiler. Biz çok ölüm gördük, biz hep yüreğimiz ağzımızda yaşadık. Kim bana yavrumu geri verecek?”
Kim?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları