Aşkın Durumların Şairi

23 Ekim 2008 Perşembe

Kalabalık bir gruptuk. Şairi ziyarete, ondan şiirlerini Cumhuriyet’te yayımlamak için izin istemeye gitmiştik.

Koltuğunda bir dev gibi oturuyordu.

Epeyce uzun kaldık orada, şairi dinledik.

Başımızda İlhan Abi vardı. Yazının ustası ile Türk şiirinin yaşayan ustası derin bir söyleşinin içinde aşkın bir durum yarattılar.

Biz dinledik.

Arada lafa karıştık mı hatırlamıyorum, karıştıksa da önemsizdir.

O söyleşinin metni Cumhuriyet’te yayımlandı.

***

Aksaray’daki kitabevinin vitrininde asılı KARŞI duvar gazetesini, burnumu cama dayayıp okuduğumda gençliğinin ilkbaharında bir delikanlıydım ben.

Hakkında dava açmış olan, şimdi kimsenin bilmediği bir savcıya seslendiği o unutulmaz şiir bugün Türk şiirinin en önemli, en derin, en aşkın şiirlerinden birisi olarak kâğıtlarda, belleklerde, insanlığın içinde, sokakta, günde, güncede tıpkı o günkü gibi öylece duruyor.

Geçen pazar günü yeri geldi, yeniden yayımladık onu.

Türkçenin bu aşkın şairi, onun şiirleri belleklerde duruyor, ama tüm belleklerde değil.

Okuduğu manzumeleri şiir zannedenlerin hafızaları derin şiire değil, basit manzumeye ayarlıdır. Ezber başka, şiir okumak başka.

Onlar unuturlar ve karıştırırlar.

Başbakan da karıştırdı. Başbakanın konuşmalarını hazırlayanlar herhalde şiiri, şairi, hele hele aşkın şiiri hiç bilmiyorlar.

Faruk Nafiz Çamlıbel’le Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı karıştırmışlar.

Hiç ilgileri yoktur.

Hiç benzemezler.

Hem zaten her şiir her okuyana yakışmaz.

Başbakan geçen günlerde beğenmediği birilerine “Komünistler gibi çamur atıyorlar” diye veryansın ediyordu. Sosyalistleri, komünistleri tanımadığından mı, işine öylesi geldiği için mi, işe yarar diye mi, “antikomünizm her zaman, her derde devadır” diye düşündüğünden mi bilmem.

Fazıl Hüsnü ise bize “Ben komünistim” demişti o unutulmaz söyleşide.

Gazetede duruyor, isteyen açıp bakabilir.

Öyle sıradan, herkesin olabileceği gibi değil, aşkın bir komünistti Fazıl Hüsnü Dağlarca.

Çağların ötesinden gelip çağların ötesine uzanan cinsinden.

***

Zaman geçiyor.

Fazıl Hüsnü de gitti.

Hiç kimseye, hiçbir şaire benzemezdi.

Şiirin sözcüklerle yazıldığını, ama sözcüklerin şairin kaleminde kendilerinden vazgeçebildiklerini, şaire tabi olduklarını da ondan öğrendim ben.

Harfin, hecenin, sözcüğün, sözün şairin aklına girip bambaşka bir şey olarak çıktığını gördüm.

Onun için o gün, “Bana bir sözcük verin, size bir şiir vereyim” demişti.

***

Ergenekon davası başladı. Fazıl Hüsnü yıllar önce “Savcıya” şiir yazmıştı. İlhan Abi de “savcıya” yazılar yazıyor. Biz şairi uğurladık. Davanın kaotik havasıyla meşgulüz hepimiz, ama o şiirler, o yazılar aşkındır. Öylece duracaklar.

Tıpkı o unutulmaz söyleşi gibi.

Türkçenin aşkın yazarı ile şairi söyleştiler, biz dinledik, zaman geçti. Sonra şair gitti.

Nereye gitti? Kimisi “gökyüzüne” der, ben ıssız mavi bir karanlığa” derim, hepsi aynıdır.

Aynılıkları, aşkın olanın hiçbir yere gitmemesindendir.

İşte orda duruyorlar zaten...

e-posta: [email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları