Aydın Engin

Sahiden Charlie miyiz?

14 Ocak 2015 Çarşamba

Ne kadar hoş...
Milyonu aşan bir kitle yürüdü. Herkesin elinde bir pankartçık vardı: Je suis Charlie, Charlie benim...
Ne kadar hoş!...
Milyonlarca ve milyonlarca insan klavyeye yumuldu, adının önüne, Twitter ya da Facebook profiline “Je suis Charlie” ekledi ve on iki mizah sanatçısını bir anda yitiren Fransız dergisi ile dayanışmasını dile getirdi.
Dalga geçmiyorum, elbette böyle bir dayanışmada ürkek, korkak kalmayıp, sesini kısıp, pusup, sinmeyip dayanışmasını dile getirmek elbette hoştur.
Peki, bütün tepki, bütün dayanışma bedel ödeme riski olmayan bir yürüyüşe katılmakla, sosyal medya denen gayya kuyusunda bir tweet beş on retwitt ile sınırlı kalırsa da hoş mudur?
Öyle ya, karşımızda adı bazan Kouachi kardeşler, bazan IŞİD, bazan El Kaide, bazan El Nusra, bazan Boko Haram olan ve sadece şiddetin ve vahşetin dilini konuşan ulusötesi bir güç var. Ellerinde “Je suis bilmem ne” yazan pankartlarla barışçıl bir yürüyüş yapmıyorlar; onların eylem kitaplarında barışçıl bir eylem yöntemi yok.
Dünyaya bakışımız onlarla taban tabana zıt. Onların düşünce dünyasında biz yokuz; bizim dünyamızda da onlar yok. Ama hepimiz aynı dünyada, hatta aynı ülkelerde yaşıyoruz.
Dün Paris’te saldırdılar ve ölüm saçtılar. Birkaç gün önce Nijerya’da saldırdılar. Birkaç hafta önce Pakistan’da saldırdılar. Birkaç ay önce Şengal’da saldırdılar... Birkaç yıl önce... On yıl önce... Birkaç on yıl önce...
Bunları biliyoruz.
Yarın da saldıracaklar. Bunu da biliyoruz.
Sadece ne gün ve nerede saldıracaklarını -şimdilik- bilmiyoruz.
Bilmek için bekleyecek miyiz?
Saldırılarının ardından yine alanlarda toplanıp, evlerimizde, işyerlerimizde klavyelerimize yumulup, Twitter’de, Facebook’ta at koşturup “Je suis... I am... Ich bin... Ben... Nous sommes... We are... Wir sind... Hepimiz...” yazan pankartçıklarımızla dayanışmamızı mı dile getireceğiz?
“Je suis Charlie” demenin sınırları bundan ibaret olabilir mi?
Haydi eşyayı adıyla çağırıp daha yalın soralım: Sahiden Charlie miyiz?

***

İtirazları duyar gibiyim:
... Bütün bunlar Amerikan emperyalizminin Sovyetler’in sıcak denizlere inmesini önlemek için Afganistan’da çoğu uyuşturucu üreticisi aşiret reislerini silahlandırıp mücahit adı verilen çeteler kurmasıyla, eğitmesiyle başladı. Yani bugünkü kör ve kanlı İslami terörün asıl sorumlusu ABD emperyalizmidir...
Eee? Evet öyledir.
11 Eylül 2001’de ikiz kuleler saldırılarında büyücü çırağı gibi kendi yarattığı sellerde boğulan ABD bugün Irak’ta, Suriye’de, Pakistan’da, Afganistan’da, İstanbul’da, Şengal’de Kobani’de, Paris’te hepimizin üstüne çullanan kanlı çetelerin sorumlusu, peki kabul, baş sorumlusu ABD’dir. İyi de bunu söylemek, eskilerin deyimiyle “malumu ilam etmek” neyi çözüyor, neyi önlüyor?
Herhalde bu itirazı dillendirenler, “Bu çetelerle uğraşmaya gerek yok, hep birlikte emparyalizme karşı savaşmalıyız” deyip, IŞİD’in tutsak kıldığı, daha önce çocuk doğurmuşsa “Rahmi temizlenmelidir” fetvası verilmiş Ezidi kadınları ya da bir Batı başkentinde hedef tahtasına konmuş gazetecileri, mizahçıları ya da “İslamın şanı için cihat” naralarına katılmayan, itiraz eden seni, beni, bizi kaderleriyle baş başa bırakmayı önermiyorlar...
Gelin birkaç gün sonra, 19 Ocak Pazartesi günü, kalleş bir pusuda öldürülüşünün sekizinci yılında yine AGOS’un önünde anacağımız Hrant Dink’in sesine kulak verelim. Türkiye Barış Girişimi’nin kuruluş toplantısında masaya yumruğunu vurup gürlediği sözlere:
Terörün gücüne ve gücün terörüne teslim olmayacağız!..
Evet, tam da böyle...
Ama bunu kanıtlamakla yükümlüyüz. Klavyede, yürüyüşte, sokakta, alanda, gecede, gündüzde, her yerde ve her an...
İşte o zaman ancak o zaman sahiden Charlie oluruz...
Bedel ödemeyi göze almadan özgürlüğü kim kazanmış ki?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları