‘Bellrock’ – ‘Five Hills (*)’! (1)

16 Ocak 2015 Cuma

Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldiğinde bir okul odasında kaldı. Sonra istasyon şefinin lojmanını, ev ve makam olarak kullandı.
O yıllarda Ankara’da kiralık ev bulmak kolay değildi. Oysa Ankara’ya daha çok vatansever insan gelecek, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli olan TBMM için ilk adımlar atılacaktı. Uygun bir yerin aranmasına başlandı. Çankaya’da “Kasapyan Bağevi” uygun görüldü. Kuyumcu olan Ermeni vatandaş kenti terk ederken evi Bulgurlu Tevfik Efendi’ye satmıştı.
Devreye “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (Hukuku Savunma Derneği)girdi. Satın alınan ve sonraları “Pembe Köşke dönüşen ev “ordu evi” olarak Milli Savunma Bakanlığı’na tapulandı, Mustafa Kemal de kiracısı oldu.

***

Dünyanın çeşitli köşelerinde anıtsal kiliseler yapan, Ankara’ya pek çok bina kazandıran Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister’den yeni Cumhurbaşkanlığı binasının tasarımı istendi.
Sonraları yobazlar, mimarın geçmişinden dolayı o semte “çankaya” adının verildiğini söyler oldular. Oysa o tepenin adı daha eskilerde de öyleydi! (Yoksa Sultan bu söylentiye inandığı için mi orada oturmadı?)
Bazı ülkeler, 1923’te Cumhuriyetin kurulmasına karşın, İstanbul’daki elçiliklerinden Ankara ile ilişkilerini, trenle gel-git yaparak sürdürüyorlar, büyükelçilik açacak doğru dürüst bina bulamıyorlardı.
Fransız ve Almanlar, istasyonda kiraladıkları birer yataklı vagonu “elçilik” olarak kullanıyorlardı. Onlara İngilizler de katılmıştı. Londra’dan gönderilen, emlak işlerinden anlayan bir İngiliz diplomat, Ankara’da elçilik binası yapımı için yer aramaya başladı.
Londra’ya gönderdiği bir telgrafta kentin “Bellrock (Çankaya)adlı en yüksek tepesinde, Köşk’e yakın, içinde bir evcik de bulunan bir araziyi uygun gördüğünü yazdı. Arazi, Mustafa Kemal’in yaveri Salih Bey’in (Bozok) idi...
Mustafa Kemal, araziyi ve evi İngilizlere hediye etti, yaverine 25 bin lira ödetti. İngilizlerin ilk büyükelçisi Sir Ronald Lindsay, Ankara’da 6 hafta çalışıyor, 10 gün İstanbul’a tatile gidiyordu. İngilizler sonrasında yanda aldıkları başka arazi ile birlikte elçilik binasının yapımına 1929’da başladılar.
Bırakın binaların varlığını, İngiliz diplomatı Knoks Helm, “O günlerde genel inanç, Ankara’da ağaç bile yetişmezdi...” demişti. Bu nedenle günlüğü 60 kuruşa çalıştırılan bir bahçıvan, elçilik bahçesinde ağaç dikimine başlatıldı. Bu nedenle Ekim 1971’de İngiliz Kraliçesi 2. Elizabeth’in bahçeye bir söğüt ağacı dikişine ben de tanık olacaktım.
Mustafa Kemal ise İngilizlerden dört yıl önce, 1925’te bataklık-bozkır kırması bir arazide, sonra Atatürk Orman Çiftliği” adını alıp Türk halkına hediye edeceği bir yörede ağaçlandırma çalışmasını başlatmıştı bile...
Daha özgür, çağdaş, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmadan önce Amerika’nın ünlü Time dergisi, ilk 4. sayısında Mustafa Kemal’i 24 Mart 1923’te kapak yaptı. ABD Büyükelçiliği henüz istasyonda vagonda çalışırken, 21 Şubat 1927’de yine “Mustafa Kemal Paşaya” kapağını ayırdı.

***

Time’ın ilk kapağı yıllarında, savaştan yeni çıkmış Türkiye’de 11 milyonu köylerde olmak üzere 13 milyon insan yaşıyordu. 40 bin köyden ancak iki bininde okul vardı. Traktörün ne olduğunu bilmeyen köylü, karasabanın izinde ter döküyordu.
Ankara’da ev bulmanın zorluğu Anadolu’da da geçerliydi. Savaşın yaktığı bina sayısı 115 bin, yıkıklar ise 12 bindi. Yalnızca İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta elektrik vardı, bırakın Anadolu’yu başkent Ankara’da bile yoktu!
Yaklaşık 4 bin 900 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise vardı. Liselerde yalnızca 230 kız okurken, Türkiye’de sadece kadının adı vardı. Türkiye’ye baskı makinesini getiren İbrahim Müteferrika’dan sonraki 150 yılda topu topu 417 kitap basılırken, bu sayı Avrupa’da değişik 2.5 milyon yayındı. Takma adı Voltaire olan Fransa’nın ünlü düşünürü François Marie Arouet, “İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan azdır!” diyecekti...

(*) Beştepe...

‘Uçtu Uçtu...’
Paris’te “Charlie Hebdo” dergisine yönelik saldırı ile ardından gelişen olaylarda 17 kişi öldürüldü. “Sözde İslamiyet” adına, bırakın Hıristiyan ülkelerde, Müslümanların öldürülmelerine bile “terör” demek suç oldu!
Dergi, son sayısını başta kapağı olmak üzere bu “sözde İslami cinayetlere” ayırdı. İnsanlık için çağdaş bir dinin kurucusu olan Hazreti Muhammet bugün yaşasaydı, bu olayların ardından “Ben de Charlie’yim” derdi...
Cumhuriyet 5 milyon baskılı dergiden 4 sayfalık bir seçki yayımladı, iki yazarı da köşelerinde derginin kapağına yer verdi. Daha gazete dağıtıma başlamadan polis araçları Cumhuriyet’in de içinde bulunduğu kamyonların önünü keserek engellemeye çalıştılar.
Gençler anımsamazlar! 1960 öncesinde Demokrat Parti’nin başbakanı Adnan Menderes’in polisleri, gazeteler daha basılmadan matbaaya gelirler, beğenmedikleri haberi sayfadan kazıtırlardı. Ertesi günü o sütunlar bomboş olarak okura ulaşırdı. Onun da adı “basın özgürlüğü” idi...
Gazetemizin değerli karikatürü Ali Ulvi, 1960’ta Sezar’dan başlayıp Hitler’in, Mussolini’nin yanı sıra dönemin diktatörlerinin sonlarını “Uçtuuçtu” alt yazılı bir karikatüre Menderes’i yansıtmadan çizmişti. Ali Ulvi “O da uçacak!” demek istemişti. Nitekim o da öteki diktatörler gibi uçmuştu...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları