Hisseli Korkular Kumpanyası

27 Ocak 2015 Salı

İktidar, laik bir ülke için yüz kızartıcı olan siyasi empatisi yüzünden, bambaşka bir âlemin kralı öldü diye resmi yas ilan etti.
Sonra da yas bahanesiyle gücünün yettiği tiyatroların perdelerini kapattırdı.
Turneler iptal oldu; aylar önce biletini alan seyirci kapıdan geri döndürüldü.
Sahnelerdeki perdeler paşa paşa indirildi; gözlerdeki perdeler sıkı sıkı kapatıldı.
Tiyatro dünyasında ne yer yerinden oynadı ne de kıyametler koptu.
Herkes bir kez daha kaybedeceği şeylerle, kazanacağı şeyleri şahsi terazisinin kefesine koydu.
Ve çoğunluk sus pus oldu.
Ancak bir avuç sivil tiyatrocu ve yine bir avuç işçi tiyatrocu sözünü sakınmadan, bundan sonra başlarına gelecekleri umursamadan, çok yakında yapayalnız kalacakları gerçeğinden korkmadan, duruma isyan etti.
Geri kalanlar olanlara boyun eğmeyi yeğledi.
Binlerce yıllık muhteşem tarihini krallara kafa tuta tuta yazan tiyatro sanatının, kendisini bugün bu coğrafyada iktidara karşı aciz hissetmesi, büyük bir tehlikenin işareti.
Bir ülkede sanatçılar artık alanlarının sınırlarını korkuyla çiziyorlarsa, o ülke resmen faşizmle yönetiliyor demektir.
Faşizm karşısında sessiz kalan sanat bir süre sonra fark etmeden saf değiştirir ve faşizmin sesi haline gelir.
Hamlet’in en ünlü cümlesi, “Olmak ya da olmamak”taki asıl mesele “korkmak ya da korkmamak”tır.
Bu muhteşem karakterin kendisiyle hesaplaşmasında, varlıkla cesareti, yoklukla korkuyu eşleştiren Shakespeare, baş edilmesi zor olan temel meseleye, tiradın sonraki cümlelerinde gelir:
“Düşüncemizin katlanması mı güzel/ Zalim kaderin yumruklarına, oklarına/ Yoksa diretip bela denizlerine karşı/ Dur, yeter demesi mi?” diye sorar Hamlet.
Sonra insanın hayalinde var ettiği öbür dünyadan korktuğu için, içinde yaşadığı bu dünyadaki zalimliğe nasıl katlandığını anlatır.
“Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?/ Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine/ Sevgisinin kepaze edilmesine/ Kanunların bu kadar yavaş/ Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine/ Kötülere kul olmasına iyi insanın (...)/ O kimsenin gidip de dönmediği bilinmezdünya/ Ürkütmese yüreğini?/ Bilmediğimiz belalara atılmaktansa/ Çektiklerine razı etmese insanları? (...)/ Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi.”
İşte bu “bilinç’”yüzünden kendi tarihimizi yazmaya cesaret edemiyoruz, işi art niyetli iktidara bırakıyoruz.
Oysa o resmi kurumlar, sanatçıyı devlete hizmetkâr kılmak için değil, devlet sanata hizmet etsin diye var.
Zalimin foyasını ortaya çıkarabilecek; korkuyla alay edebilecek; kimsenin söyleyemediğini söyleyebilecek geleneğe sahip o güçlü sanat, tehditlere arkasını dönmek yerine, göğsünü gererse tarihini kendisi yazar; devleti de kendisine hizmetkâr kılar.
Çünkü tiyatro sanatı, onu kıymetli yapan en büyük hisseyi korkudan değil cesaretten alır. Evet, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni’nin dediği gibi, emirle demir kesilebilir.
Ama bunun için, emirle demir arasında bir de emir kulu olması gerekir.
İşte o “lanet olası bilinç’” böyle korkak ediyor hepimizi!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları