Özgür Mumcu

Danışman mı Olmak Gerek?

28 Ocak 2015 Çarşamba

Paris sokaklarını arşınladı. Büyük devletin başbakanı olduğunu göstermek için ilk sıraya kaynak yaptı. Pozunu verdi. İşini bitirdi, memlekete döndü. Charlie Hebdo’dan bir seçki yapan Cumhuriyet gazetesine saldırmayı bir seçim yatırımı olarak gördü. “Gel de saldır” diye yayın yapıyorlar, diye ortalığı ateşe verdi.
Sarayda kurşun askerlerle oynamaktan sıkılan reisi, Charlie Hebdo’ya saldıranlarla karikatür çizenleri eşitledi. İkisinin de terörist olduğunu söyledi.
Kendilerine istismar edilecek bir alan buldular. Yolsuzluk oylamasının utancını unutturmak ve seçimlere yatırım yapmak için hedef gösterdiler.
Olmadığı halde “hakaret var” diye bağırdılar. Sahibinin atının yanında hevesle koşan tazılar gibi avın peşinden koşturan çok oldu.
Havuzun oyuncak gemisi Sabah gazetesi, iktidarın manevi başkanı Necip Fazıl’ın oğlu Mehmet Kısakürek’le bir röportaj yaptı. Hayatını babasının eserlerine adayan Kısakürek, babasının öğrencilerinin sözleriyle nasıl heyecanlandıysa şunları söyledi.
“İfade özgürlüğü, benim varlık sebebim demek olan mukaddes üstü mukaddeslerime, içimdeki ‘tartışılmaz’larıma kuduzca saldırma hürriyeti değildir. O zaman, bunların itlafı meşruiyet kazanır, adı da terör olmaz.”
Kısakürek’e Erdoğan’dan daha samimi olduğu için teşekkür etmemiz gerek.
Dün Cumhuriyet’te görmüşsünüzdür.İktidarın pek sevdiği Özgür-Der başkanı Rıdvan Kaya da Erdoğan ve Davutoğlu’nun iyi bir müridi olduğunu göstermekten geridurmadı. Önce gazetenin iki yazarı hakkında şöyle dedi:
“Yargılanmalarını falan değil, cezalandırılmalarını talep ediyorum!”
T24 sitesinde kendisiyle yapılan söyleşide devam etti:
“Bu kişilere dair olumsuz bir eylem olduğunda birinci sorumluları kendileridir. Herhangi biri de çıkıp silahlı eyleme başvurursa açıkçası üzülmem, beni ilgilendirmez.”
Ama sağ olsun bir cinayeti azmettirmeyeceğini de eklemiş.
Cumhurbaşkanı, Başbakanı hedef gösterir,üstat şairin oğlu itlaftan bahseder, Özgür-Der Başkanı azmettirmekten bir tık aşağıda kendini zor tutarken Başbakan’ın danışmanı mütefekkir Etyen Mahçupyan da konuya değindi.
Kuaşi kardeşlerin aslında ifade özgürlüğüne karşı olmadığını savundu. Kendisinden aktarayım:
“Eğer imkân olup sorulsaydı, muhtemelen onlar da her Fransız gibi ilkesel olarak bu özgürlüklere sahip çıkarlardı. Ama yine muhtemelen bir şerh de koyar, söz konusu özgürlüklerin başkalarının kutsallarına dil uzatmasından memnun olmadıklarını, bir biçimde sınırlanması gerektiğini de söylerlerdi.”
İmkân olmadığı için bir biçimde sınırlamayı 12 kişiyi öldürerek gerçekleştirdiler herhalde.
Mahçupyan, Batılı aydınların bize göre daha olgun olduğunu ve konuyu bütün boyutlarıyla tartıştıklarını da söylüyor. Tartışmaları ben de izliyorum. Onlardan bahsetmek de isterdim.
Ancak Cumhurbaşkanı’nın Başbakan’ın hedefe koyduğu, aleyhine yapılan gösterilerde sokaklarda katillerin övüldüğü, televizyon programlarında yalanlarla linç edilen, yazarları için alenen ölüm çağrısı yapılan, sokağı barikatla korunan bir gazetede yazıyorum.
O sebeple Kuaşi kardeşlerin ifade özgürlüğünü nasıl savunacağından bahsetmek yerine gazete için kaygılanıyorum, yazarlarının hayatları için endişeleniyorum.
Bu kaygı ve endişelerden kurtulmak için Başbakan’a danışman olmak gerekiyor olabilir.
Mahçupyan, “Kısacası ifade özgürlüğü kutsallaştırılamayacak kadar göreceli bir kavram” diyor. Elbette öyle. Ama aynı zamanda da yaşamsal önemde bir kavram. Gerçekten “yaşamsal” önemde.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları