İlhan Selçuk

Balık, Kuş, İnsan...

20 Aralık 1997 Cumartesi

PENCERE

Balık, Kuş, İnsan...

Yaşamak nedir? Balık için yüzmektir, yılan için sürünmektir, kuş için uçmaktır.

Kimsenin aklına “Kuş neden uçuyor?” diye bir soru gelmez; “Balık neden yüzüyor?” ya da “Yılan neden sürünüyor?” diye bir soru işareti çoğu kişinin aklını kurcalamaz. Aslanın geyik yavrusunu parçalaması, panterin karacayı kovalaması kimseyi şaşırtmaz; hayvanların hayvan gibi yaşaması doğanın yasası sayılır.

Peki, insanın insan gibi yaşamak istemesi neden çoğu kişiyi şaşırtıyor?

*

İnsanın insan gibi yaşaması ne demektir?

Bu soruyu anlamak için doğaya bakmak gerekiyor. Her şeyin yanıtı doğadadır; doğmadan önce, yaşarken ve öldükten sonra ister istemez bütünleştiğimiz evrendedir... Ki o evrende insanın insanlaşması zaman ve mekân içinde gerçekleşmiştir.

İnsan birdenbire insan olmadı ki!.. Yazılı tarihlerden önceki dönemleri bir yana bırakalım; geçmişin karanlıklarından aydınlığa dönüşümün insanlık serüvenini izlediğimizde, insanın insanlaşması için ne çabalar harcandığını, ne emekler verildiğini, ne güçlükler çekildiğini görmek kolaydır.

Başlangıçta hayvan gibi yaşayan insana kendisi dışında hiç kimse “Neden böylesin” diye sormadı. İnsan göçebelikten kurtulup yerleşik düzene tarım devrimiyle girdi. Eker, biçer, üretir yaratık olmasının benliğinde yarattığı dönüşüm, korkunç bir aşamayı vurguladı. İnsan, çıkardığı sesleri konuşmaya dönüştürüp dil ile iletişimi kurduğunda, insanlaşma yolunda şaşılası bir adım daha attı. Yazıyı bulması; havada savrulup yitikleşen konuşmaları taş, tahta, bez üzerine işleyip saptayarak ölümsüzleştirmesi ise olağanüstü bir atılımdı.

İnsan olmak için insanın benliğinden gelen dürtüyü kimse durduramadı; balık için yüzmek, yılan için sürünmek, kuş için uçmak neyse, insanın insanlaşma çabası o kadar doğaldı.

Doğal olmasa insan insanlaşamazdı.

*

İnsanın insanlaşması; balığın balıklaşması, yılanın yılanlaşması, kuşun kuşlaşması gibi doğanın ürünüdür.

İnsanın insanlaşmasında tarihsel zamanların yazıyla saptanmış dönemleri daha çarpıcı gerçekler içeriyor. Emeğin sömürüsü toplumsal bir düzen oluşturduğunda insanlığın bir aşamasına daha girildi; emeğin sömürüsüyle uygarlıklar yaratıldı. Uygarlıklar, insan aklının ışığını, daha aydınlatıcı güce kavuşturdu. Dinleri üretti insanoğlu; önce dinlerin yargılarına bağlanan insan aklı sonra bağlarından kurtuldu; dinden soyutlandı akıl, bilime yöneldi. Sömürüyle oluşan uygarlıklardan sonra sömürüsüz uygarlıklara yöneldi insan... Savaşlar, talanlar, yıkımlara karşı direnmeler, başkaldırmalar, devrimler sürecine girildi. Tarım devriminden sonra sanayi devriminin patlamasıyla insanın insanlaşması yolunda adım adım yüründü.

Hiç durmadı insan, insanlaşma yolunda...

Ve durmayacak.

*

İnsanın insanlaşma dönüşümünde çaba göstermesi, varoluşunun doğasındandır.

İnsanoğlu özgürlüklerini genişletmek ister, demokrasiyi derinleştirmek için çabalar, tüm devrimlerin kazanımlarını savunmak ve sosyal adalete doğru yeni atılımlarla yürümek insanın öylesine doğasındadır ki bu tutum ve davranışlar, balığın yüzmesi, kuşun uçması, karıncanın çalışması, ipekböceğinin kozasını örmesiyle eşanlamlıdır. “İnsan gibi yaşama”ya yönelmek veya yönelmemek bizim elimizde değildir; bu yoldaki engelleri aşmaya çabalamak, varoluşumuzun bilinci ve mutluluğumuzun gerekçesidir.

Ama insanın insanlaşmasına karşı çıkanlara ne diyelim?

Tarihin hangi döneminde insanın insanlaşmasına karşı çıkanlar olmamış ki? Bu da doğaldır, evren diyalektiğinin gereğidir; kertenkelenin ya da yılanın niçin süründüğüne şaşıyor muyuz?

(20 Aralık 1997 tarihli yazısı)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Patrikhanenin Sicili... 11 Haziran 2012
Mumcu'nun Saptamaları... 7 Haziran 2012

Günün Köşe Yazıları