İspanya’nın Yeni Solu ‘Podemos’

01 Şubat 2015 Pazar

Kurucu lider Monedero anlatıyor:

 

İspanya’da bulunduğum bir buçuk ayda, Avrupa’nın bu genç, bir yıllık sol hareketi Podemos manşetlerden hiç inmedi…
Podemos ekonomi programını açıklıyor!”, “Podemos düzenin iktidar ve muhalefet partilerini korkutuyor”, “Podemos kamuoyu yoklamalarında 1. parti” türü haberler, değerlendirmeler hep bunlardı.
SYRİZA’nın zaferinden sonra İspanya’nın -eski sosyalistler, komünistler, Maoistler, Troçkistler, çevreciler ve krizzedelerden oluşan- postmodern/yeni solu “Podemos”, gündemin en ayrıcalıklı köşesine yerleşti.
SYRİZA’nın ruh ikizi diye adlandırılan parti, Yunan akranının iktidara çıkmasını fırsat bilerek örneğin dün İspanya başkentinde eşi görülmemiş bir gövde gösterisi düzenledi.
Sırada “Podemos”un olduğunu vurgulamak için Madrid’in Gezisi “Puerta del Sol” meydanını taraftarlarıyla teslim alan parti lideri Pablo Iglesias kürsüden -yerel, genel seçimlerin yapılacağı 2015 için- “Bu yıl değişimin yılıdır. İktidarı hayal edip kazanacağız!” diye seslendi.
Podemos’un ideoloğu ve Iglesias’la birlikte kurucularından olan Juan Carlos Monedero ise Lorca ile başlattığı konuşmasında, “Duyguların en korkuncunun umudu yitirmek olduğunu” belirtti.
Söylemlerini “siyasi-ekonomik egemenliği ele geçiren bir yeni modelin inşaası” ve “umut” üzerine kuran Monedero ile ilk bölümünü dün yayımladığımız söyleşinin devamı şöyle:
-Siyasi-ekonomik egemenliği ele geçirmek iddiasındasınız; ama küreselleşmeyle bunu nasıl yapacaksınız?
1981’de sosyal demokratların sergileyemediği cesareti göstererek. Finans piyasaları, 1981’de göreve gelen ve sosyal demokrat bir program yapan Mitterand’la hemen bilek güreşine girdiler. O da havlu attı. Problem orada başladı. Demokrasi ve neoliberal küreselleşme arasında bilek güreşi oldu. Egemenlik ve piyasaların diktatörlüğü arasında bilek güreşi yaşandı. Sosyal demokrasi de bu savaşta ihanet etti.

‘AB’de Almanya’yı dengelemeliyiz’
-İspanya’da ‘80’lerde Gonzalez de Mitterand’ın yolundan gitti…
Gerçekle yüzleşmek lazım: Ya demokrasinin olanaksız olduğunu kabullenip teslim olacağız ve teba konumuna indirgeneceğiz, ya karşımızda 1936’daki Hitler kadar tehlikeli bir düşmanın varlığını kabul edeceğiz. Finans piyasalarının gücünün biz de farkındayız; ama şunun da farkındayız: Ülkelerimiz ‘80’li yıllar Latin Amerikası’na dönüşüyor. Tercih ortada: Ya üçte birin çok zengin olduğu, üçte ikinin kötü yaşadığı, çok fakir olduğu bir sistemi kabul edeceksiniz, ya gerçekle yüzleşeceksiniz. Biz yüzleşmeyi seçtik; ama saf değiliz. Problemleri bir başımıza çözemeyeceğimizi biliyoruz. AB’yi yeniden icat etmemiz lazım. AB’de ağırlığın Almanya’nın gücüyle baş edecek ve sosyal Avrupa’yı tekrar sahiplenecek şekilde; Portekiz, İspanya, Yunanistan, İtalya ve hatta Fransa’ya kayması gerek. Sorunların ayırdındayız ama teslim olmak istemiyoruz.

‘Sermaye kaçar efsanesi boş!’
-Siyasi ve ekonomik egemenlik”ten bahsettiğinizde size hemen “Sermaye İspanya’dan kaçar!” yanıtı veriliyor. Bu risk yok mu?
Bu kısmen efsane. Unutmayın vaktiyle Sovyetler’in yıkılmaz, dev bir askeri güç olduğu söyleniyordu. Irak’ın kitle imha silahlarından söz ediliyordu. Bizi teslimiyete zorlamak için anlatılan bu masallar hep vardır. (İktisatçı) Albert Hirschman’ın ifadesiyle bu “gericiliğin retoriği”dir. Zorlukların farkındayız. İspanya’nın 4. Avro ekonomisi olduğunu da, kapitalizmin miyop olduğunu da biliyoruz. Finans sektöründen evet bir yanıt gelebilir ama ben inanmıyorum; çünkü kurulu düzende hep daha çok ekonomist giderek borçların ödenemez olduğunu söylüyor. IMF içinde bile bunu söyleyenler var. Avrupa’da iyi teçhiz edilmiş vatandaşlar olmanın avantajına sahibiz. Bu avantajla köleleştirildiğimizi görüyoruz. Borç verenlere bizi daha fazla sıkarlarsa açlıktan öleceğimizi, hiçbir şey ödeyemeyeceğimizi söylemek durumundayız. Daha çok insan giderek “Borçların bir kısmını silelim, gerisini yeniden müzakere edelim!” fikrini içselleştiriyor. Bir adım öteye giderek biz borçları denetlemek istiyoruz. Borçların ne kadarının meşru olmadığını anlamak istiyoruz.

‘Anayasa kadar devrimciyiz’
-Bir de “millileştirme” meselesi var. Podemos lideri Iglesias: “Millileştirmeleri savunmuyorum ama elektrik faturalarını İspanyolların ödeyemeyeceği kerteye çıkarırlarsa ve ben hükümetteysem şunu derim” diyor: “Ya faturaları ödenebilir kılın ya elektriği kamulaştırırım. Bir elektrik oligopolü, yurttaşları ısınma olanağından mahrum bırakırsa iki şıktan biri olur: Ya İspanyollar soğukta kalır, ya şirketinize el koyarım! Yurttaşın çıkarı para kazanma hakkınızın önündedir. Aşırı çare olan kamulaştırılmaya başvurulacaksa, bu da yapılır! Bu sözler elektrik şirketlerince makul mü, devrimci mi bulunur sizce?
Tüm liberal Avrupa anayasalarında -ki içinde ’78 İspanyol Anayasası da vardır!- şu madde var: “Tüm zenginlikler sosyal çıkarları gözetir”. Bizim anayasalarımız demek devrimci de bizim haberimiz yok. Yapılması gereken bu maddeleri uygulamak. Biz gerçekte özelleştirmeleri geri almak”tan bahsediyoruz; çünkü bu şirketlerin önemli kısmı kamu şirketiyken hükümet yandaşlarına çok düşük fiyatlara satıldılar.

Sürecek.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları