Holigana ve 'Bizimkiler'e 'İleri Şefkat'; Patolojik Sola 'Şiddet Özgürlüğü'...

11 Aralık 2010 Cumartesi

Futbolun sahip olduğu bu fevkalade önem beraberinde, futbol tarihi boyunca maalesef ki çok sayıda örneğini yaşadığımız gibi, çeşitli şiddet olaylarını getirmektedir. İngiltere, tarihteki en dehşet verici şiddet olaylarına sahne olması nedeniyle futbol holiganizmi ile mücadeleye diğer ülkelerden önce başlamış, tedbirleri erken almış ve bu alanda öncülük etmiştir.

Ülkemizde ise şiddet olaylarında görülen artışın altında yatan sebepler İngiltere’ye kıyasla çok çeşitlidir (ekonomik ve sosyal hayattaki sorunlar, yerleşmiş spor kültürü eksikliği, mafyanın eli, stadyumların yetersizliği, etkisiz güvenlik önlemleri ve polisin tutumu, Futbol Federasyonu ve MHK, kulüp yöneticileri, medya… vs.) Tetikleyen sebepler ne olursa olsun Süper ligden amatör liglere, sade bir futbol taraftarından kulüp yöneticisine kadar futbol holiganizmi saha içi ve dışındaki olumsuz etkisini kayda değer bir oranda hissettirmektedir. 17 Eylül 1967'de Kayserispor ve Sivasspor takımları arasındaki maçta çıkan ve 43 kişinin ölümü, yüzlerce kişinin yaralanmasıyla neticelenmesine rağmen toplumsal bellekteki yerini ne yazık ki kaybeden tribün olaylarından ders çıkararak bunların benzerlerini bir daha yaşamamak temennimiz olsa da bugün için futbolda, şiddetin varlığını tüm katılığıyla sürdürdüğünü üzülerek söylemek zorundayız. Yine de İngiltere örneğinde olduğu gibi alınan tedbirler ve çıkarılan yasalarla birlikte söz konusu şiddet olaylarının en düşük seviyeye indirilmesi mümkün.

Bu noktada, geçtiğimiz hafta yaşanan ve dört taraftarın bıçakla yaralanmasıyla neticelenen Beşiktaş-Bursaspor maçında çıkan olaylar Sporda Şiddet Yasası Tasarısını yeniden gündeme taşıdı. 1.5 yıl önce rafa kaldırılan tasarı yasalaştırılıp bugün uygulanıyor olsaydı hem kulüplerin ve hem de olaylara karışıp suç işleyenlerin para ve hapis cezasına çarptırılmaları kolaylaşacaktı. Sadece spor olaylarına bakacak ihtisas mahkemelerinde yargılanacak holiganlar ceza aldıkları takdirde Avrupa'daki örnekleri gibi sicili bozuk kimseler olarak müsabaka günleri bağlı oldukları karakollara giderek maç saati bitene kadar gerekirse gözetim altında kalacaklardı. Hiç değilse Beşiktaş-Bursaspor maçında olduğu gibi şiddet olaylarının söz konusu özneleri hiçbir şey olmamış gibi maçı 90 dakika tribünlerde normal seyirci statüsünde izleyemeyecekti!

Öte yandan FIFA’nın arzusu üzerine federasyonların devlet tarafından değil de yabancı firmalar tarafından denetlenmesi, futbol kulüplerinin hukuki ve mali problemlerinin azami seviyede seyretmesi gibi olumsuz yapılanmalar içinde şiddetin varlığını en şiddetli biçimiyle sürdürmesinin bir anlamda şaşırtıcılıktan uzak olduğunu söyleyebiliriz.

Beşiktaş-Bursaspor maçında yaşananları münferit düzeyde değerlendirdiğimizde olayların gelişinin günün erken saatlerinden itibaren kendini belli ettiğini görüyoruz. Zira gerginlik taraftarlar stada varmadan çok önce, Gebze yolunda başlamıştı. Eğer biraz daha erken davranılarak, olaylar geliyorum dediği andan itibaren gerekli önlemler alınsaydı belki de tüm bunlar yaşanmayacaktı. Ne de olsa geçtiğimiz hafta başta Erdoğan’ın rektörlerle gerçekleştirdiği görüşmeyi protesto etmek isteyen öğrencilere olmak üzere hafta boyunca devam eden öğrenci protestolarına karşı yapılan “özel” hazırlıkları -geçmişte yaşanan birçok başka örnekle birlikte- polisin “potansiyel” olaylara karşı “uyanık”  davranabildiğinin kanıtı olarak kabul edebiliriz. Bir başka deyişle Tekel işçilerinin yürüyüşü, 1 Mayıs gösterileri gibi birçok olay her defasında polisin erken davranarak önlem alma kabiliyetini kamuoyu önünde tescil etmiştir. Peki hal böyleyken polis, “patolojik” bir öğrenci grubunu, henüz herhangi bir siyasi eylem gerçekleştirmedikleri halde, şehir dışında otobüslerden indirmek ve “ifade özgürlüğü” nün kullanılmasını engellemek (ki kanlar içinde hastaneye kaldırılan, kafasına darbe alan, gözü moraran, burnu kırılan gençlerden oluşan manzaraların ortaya çıkmasıyla son bulmuştur) için devreye soktuğu öngörü kabiliyetinin ve harcadığı enerjinin bir kısmını da” geliyorum” diye bas bas bağıran potansiyel suç vakalarına karşı erken önlem almak için harcayamaz mı acaba?

31 Mayıs 2010 tarihinde Levent-Maslak arasında başlayan, günlerce devam eden (ki ne olursa olsun bunun desteklenecek bir gösteri olduğu düşüncesine sahibiz) Gazze yürüyüşleri ya da türbana özgürlük eylemleri gibi “yanlı” gösterilerde polisin soğukkanlılığını kaybetmeyerek göstericilerin kılına bile dokunmaması henüz hafızalarımızdaki yerini muhafaza etmekteyken üstelik… Bir avuç öğrencinin ellerinde pankartlarla iktidarı protesto etmeleri,  dahası üniversite gençliğinin 30 yıllık suskunluğunu bozarak nesnesi oldukları ve hassasiyet gösterdikleri (ve fakat polisin onlara aynı hassasiyetle yaklaşamadığı) ülke sorunları (YÖK, parasız eğitim…gibi) için sesini duyurmaya başlaması günümüz “ileri demokrasi” anlayışına bir türlü sığmıyor ve copların olağanca şiddetiyle karşılanıyor…   

Konu “devleti, devlete karşı yumurtalı şiddet uygulamaya teşebbüs eden bireyden korumak” noktasına geldiğinde gencecik insanlara cop darbeleriyle bilinç aşılanmak yoluna gidiliyor da statlarda hiçbir amaca hizmet etmeyen ve günbegün çığrından çıkan şiddet olaylarına geldiğinde bilinç aşılamak bir yana önceden tedbir almak için bile harekete geçilmiyor olması düşündürücü değil midir… 

Keyveni Catering Yönetim Kurulu Başkanı ve Cumhuriyet Gazetesi Köşe Yazarı Sadık Çelik/ [email protected]                              
                                                                                                 
                                          

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları