Barkın Şık ve Bütün Dünyanın Yükü…

08 Şubat 2015 Pazar

Bütün dünyanın yükü bir gazetenin üzerinde olur mu?
Bunu bazen o kadar somut hissediyorum ki…
Bütün dünyanın yükünün Cumhuriyet üzerine bindiğini düşünüyorum.
Bundan önceki en büyük krizimiz -’92; blokların çözülmesi ve Berlin Duvarı’nın çökmesi üzerine gelmişti…
Bu defaki kriz de gene dünyanın yeni bir kırılma noktası olarak değerlendirdiği Charlie Hebdo depremine eklemleniyor.
Radikal İslamcı gözü dönmüş iki terörist, Paris’te bir mizah dergisini tarıyor; artçı şoklar koca evrende vura vura bizim gazeteye vuruyor…
Bütün dev yıldırımları çeken bir paratoner gibi Cumhuriyet.
Gece haberlerini açtığınızda karşınıza Adnan Hoca’nın Kediciklerinin veya Tuğçe Kazaz-Karolin Fişekçi polemiklerinin çıktığı bir ülkede zira alabildiğine tutarlı, ciddi, bariz, net bir kimliği var.
Bir o denli önemli ve ağır bir geçmişi var…
Kurulduğu günden bu yana hiç savsaklamadığı, unutmadığı, özdeşleşegeldiği idealleri, projesi var.
Dahası projeyi hâlâ yaşatmak iddiası var…
Türkiye’de kendi içinde bu kertede sürekliliği olan tutarlı çok fazla kurum bulunmadığı için, dünyadaki ve ülkedeki hatırı sayılır tüm kırılmalar bire bir bizim içimizde yaşanıyor ve hissediliyor.
Türkiye’nin ve dünyanın bütün büyük şimşekleri, her fırtınada üzerimizde çakıyor...

Gazeteciliğin yalnızlığı
Barkın Şık’ın yaşamına neden kıydığını bilmiyorum.
Ankara temsilcimiz Erdem Gül, Barkın’ı anlattığı harika yazısında;
Ona sorsanız antik çağlardan bu yana dünyanın bütün dertlerini yüklenmiş bir çilekeş sanırsınız” diyor ve ekliyor:
Kuşak ve yaş olarak örgütlü Türkiye’nin bir çocuğu olmadığı için bütün yükleri tek başına üstlenir. Paylaştığında anlarsınız yükünün ne kadar ağır olduğunu. Normalde bu yüklerin altında olmaktan şikâyetçi değildir. Ama bu yüklerin nedenleri konusunda kafasını yorar. Nedenlere itirazı vardır… Yüklü oluşunun bir nedeni de mesleği. Net bir gazetecilik görüşü vardır Barkın’ın… Bu ülkede bir zamanlar yapıldığını düşündüğü ama artık yapılmadığını itiraf etmeden kabullenmekten yorulan bir gazetecilik bakışı vardır. Ona göre mümkündür hâlâ. Ama burada da bu imkânı paylaşacak çok insan yoktur çevresinde.
Yazıyı ve haberciliği ve mesleği aşk, tutkuyla seven bir insanın giderek yalnızlaşması…
Barkın Şık’ı ne yazık ki imzaladığı başarılı haberler ötesinde tanımıyorum…
Hiç karşı karşıya gelmedik.
Onunla yollarımız kesişmedi.
Ama her intihar bir sessiz çığlıktır.
Geride kalanlara bırakılan çok derin bir mesaj/mektuptur…
Ben sadece onun bize bırakmış olduğu bu trajik mesajı okumaya, onun kulağımda yankılanan sessiz çığlığını duymaya ve bize söylemediklerini çözmeye çalışıyorum…

‘Söz değil eylem!’
Yazıya oturmadan önce, Barkın Şık’ın yaptığı, hazırladığı haberlere göz attım...
Tam bir yıl önce örneğin Utku Çakırözer’le birlikte Mamak Askeri Cezaevi’nde yatan “Balyoz”cuların öfkeleri, kırgınları ve umutlarını bir yazı dizisi yapmışlar.
Balyoz, Ergenekon gibi kamuoyunun -heyhat!- genelgeçer vurdumduymazlıkla karşıladığı dev hukuksuzluk ve insan hakları ihallelerinin tavan yaptığı bu tür konuları yakın plan mercek altına almak bile; antenleri gelişmiş, aşırı duyarlı bir insanı doğrudan umutsuzluğa itebilir.
İnsanı insan yapan her şeyi sorgulamasına neden olabilir…
Aklıma “Tiksiniyorum bütün bunlardan. Sözler değil eylem… Artık yazmayacağım!” notunu bırakarak yaşamına son veren büyük yazar Cesare Pavese geliyor şimdi.
İntiharı; yazmayı bıraktığı yerde, yaşamına son noktayı koyan bir “eylem” olarak seçmişti Pavese.
Şık’ın da yaptığı bu galiba: Evet, Barkın Şık gazeteciliğini hepimizi derin şoka sokan bir “eylem”le bitirdi.
Pavese’nin gene bir başka sözüyle bitirmek istiyorum bu yazıyı:
Bu fırtınalı denizin ötesinde nasıl bir dünya var bilmiyorum; ama her okyanusun, uzak da olsa, bir başka kıyısı vardır. O kıyıya ulaşacağıma inanıyorum!
Umarım sen de şimşeklerden ve fırtınalardan uzak huzurlu bir kıyıya ulaşmışsındır Sevgili Barkın…
Mekânın cennet olsun.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları