İlhan Selçuk

Mürteci ile Müslüman

06 Ağustos 1996 Salı

PENCERE

Mürteci ile Müslüman

Siyasal sözlüğümüzde “dinci gericilik” üç sözcükle vurgulanır:

Şeriatçı..

Mürteci..

Yobaz..

Bu üç sözcükle vurgulanan kişi ‘dindar’ değildir, ‘dinci’dir.

Mürteci (ya da şeriatçı) ile ‘Müslüman’, Osmanlı döneminde oluşup ayrıldı. 31 Mart ayaklanması Müslümanların değil, mürtecilerin işidir. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda da ‘mürteci’ ile Müslüman karşı karşıya idi; kutsal İslamı en aşağılık politikalara alet etmek isteyen irtica akımı, Cumhuriyetin ilanından sonra ortaya çıkmış değil.

*

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda mürteciler ne istiyorlardı?.. 9 Mayıs 1920’de Edirne Kongresi’nde, ilin ileri gelenlerinden Neyyir Bey, irticaın sözcülüğünü yapıyordu:

“Cenk etmek Padişahımızın emir ve iradesine bağlıdır. Buna karar vermek mesuliyetli bir iştir. Bizde bu yetki var mıdır? Dinimiz buna elverişli midir? Evvela meselenin dini tarafı çözülmelidir.”

İpsala Müftüsü, Neyyir Bey’i destekliyordu; Saray Müftüsü Ahmet Efendi ise şöyle konuşmuştu:

“Üzerimize düşen vazife, rnemleketimizi muhafaza ve müdafaa etmektir. Boşu boşuna oturursak miskinlik ve zilleti kabul etmiş oluruz.”

Edirne Kongresi’nde uşaklığın avukatlığını yapan mürtecilere karşı vatanın bağımsızlığını savunan Saray Müftüsü Ahmet Efendi gerçek bir Müslümandı; İzmir’in işgali günlerinde Denizli Müftüsü halka vaaz verirken ne diyordu:

“Her ne pahasına olursa olsun, Yunanlılara karşı koymak gerekir. Yunanlıların işgal eylediği memleketler halkı için kavgaya girişmek farz-ı âyındır. Ben fetva veriyorum: Silah ve cephane azlığı ve yokluğu hiçbir zaman kavgaya mani olmayacaktır. Hiçbir müdafaa vasıtası olmayan bir Müslüman dahi yerden üç taş alarak düşmana atmaya mecburdur.”

Ya Sultan, ya Saray, ya Vahdettin, ya Halife, ya Padişah; bugünkü Refahçıların ve ülkedeki bütün mürtecilerin yere göğe koyamadıkları kurumların ve kişilerin durumları neydi?.. Sarayın Şeyhülislamı Dürrizade Es Seyyid Abdullah, Kuvayı Milliyecileri “eşkıya, şerir, fitneci, fesatçı ve mukaddes şeriata karşı başkaldırmış kişiler” diye niteleyerek diyordu ki:

“Bu kimselerin kötülüklerinden memleketi temizlemek ve zararlarından halkı kurtarmak vacip olup katillerin gerekirse kitle halinde öldürülmeleri meşru ve farz olur mu?..

Cevabı budur: Gerçeği Tanrı bilir ki olur.”

Dürrizade, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını öldürenlerin ‘gazi’, bu yolda ölenlerin ‘şehit’ olacaklarına ilişkin fetva çıkarırken Müslüman mıydı?..

Cevabı budur: Gerçeği Tanrı bilir ki Müslüman değildi!..

Ya neydi?..

Mülteciydi, şeriatçıydı...

Yobazdı...

*

Bizim Milli Kurtuluş Savaşımız yalnız emperyalistlerle milliyetçilerin savaşı değildir, aynı zamanda mürtecilerle Müslümanların savaşıdır.

21’inci yüzyıla 4 kala Türkiye’de Müslümanlar mürtecilerin saldırısı altındadır. Bunlar ülkede ‘inanan-inanmayan’ ve ‘laik-Müslüman’ ayrımıyla zamanenin yobazlığını yapıyorlar, kardeş kavgasını körüklüyorlar; yüzlerindeki maskeyi iktidar koltuğuna oturunca çıkarıp atmış, tek tutkularının iktidarın çıkarları olduğunu faş etmişlerdir. Bugün dinci mürtecilere karşı çıkmak, Müslümanların boynunun borcu olmuştur.

(6 Ağustos 1996 tarihli yazısı)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Patrikhanenin Sicili... 11 Haziran 2012
Mumcu'nun Saptamaları... 7 Haziran 2012

Günün Köşe Yazıları