İlhan Selçuk

İnsanın Bedeniyle Hesaplaşması...

24 Haziran 1996 Pazartesi

PENCERE


İnsanın Bedeniyle Hesaplaşması...

İnsanın kendi bedeniyle alışverişi ya da vücuduy­la hesaplaşması tarih boyunca sürdü...

Ve sürüyor.

Hazreti Adem’le Havva anamızın giysileri, birer küçük incir yaprağı mıydı?..

Peki, nasıl oldu da insan kendi bedeninden utan­maya başladı?.. Mağara insanı, hayvan postlarına üşüdüğü için sarınmıştı. Eskiçağ uygarlıklarında ‘çıp­lak’ utancın değil, estetiğin kaynağıydı. Afrodit ya da Diskobol’un ahlak ya da ahlaksızlıkla ne ilişkisi var?.. Kimsenin aklına kendi bedeninde günahı aramak gelmiyor, estetik kaygısı ağır basıyordu.

Tek tanrılı dinler ortaya çıkıncaya değin, insanla be­deni arasında hesaplaşma yok gibiydi.

*

Hıristiyanlıkta günah yaşamın temeli sayıldı; gü­nahtan arınmaya çalışmalıydı insan...

Her şey günahtı...

Günahtan kurtulmak için, insan, dünyadan soyutlanmalı, tövbe istiğfarla gece gündüz Tanrı’sına layık olmaya çabalamalıydı. Doğanın kişiye sunduğu ten­sel zevklerin karşılığı cehennemde yakılmaktı. Kadın tepeden tırnağa günahtı; kalçaları, memeleri, dudak­ları ve göbeğinin altındaki çukuruyla erkeği baştan çıkarıp tenselliğine çeken dişi, ifriti bedeninde taşıyan cadıydı.

Örtünmeliydi kadın, kapanmalıydı...

Ya erkek?..

Hazreti İsa çarmıha neden gerilmişti? Tüm insan­lığın günahlarını üstlenmek için değil mi!.. “Tanrının oğlu” çarmıhta hep giyimli resmediliyordu.

*

“Tunik” bir eski çağ giysisi...

Bedeni saran bu uzun kumaş parçasıyla Hazreti İsa’nın bedeni bütün resimlerde örtülürdü.

Ancak eski Ege ve Roma uygarlıkları Avrupa’yı etkisine aldıktan sonra Rönesans başlayınca, sanat­çılar insan vücudunu yeniden keşfetmeye yöneldi­ler.

Michelangelo, çarmıhtaki İsa’yı olabildiğince so­yup peygamberin bedenini çıplak resmetti.

Kıyamet koptu.

Ne var ki Reform ve Rönesans, kiliseyi de silkeli­yor; ortaçağın tesettürüne karşı sanatsal çıplaklığın estetiği başkaldırıyordu. Sözü geçen kişiler çıplaklı­ğı ikiye ayırdılar; müstehceniyle estetiği arasındaki anlamın tartışması, uzun süre toplumları oyaladı; yüzyıllar geçtikten sonra, insan, kendi vücuduyla hesaplaşmasında bedeniyle barışıyordu.

*

İslamda çıplaklık hiçbir zaman kabul görmedi; tesettürün egemenliğini şeriatın koyu kurallarından biri olarak benimseyen Müslüman toplumlarda bugün de kadın çuvala sokuluyor; güneş yüzü göremiyor.

Batı’nın ortaçağdan sıyrılırken yaşadığı süreç, Müslümanlıkta güncelliktir.

Ya Anadolu’da neler oluyor?

Çıplaklığa Osmanlı’yla şal örten Anadolu’da, Aydınlanma felsefesi uç verince, kadın yüzünü açmıştı. Namık İsmail’in ‘nü’leri, insan bedeniyle sanatın buluşmasında “Cumhuriyet Devrimi”nin bir aşamasıdır.

Ama o ne?

Günümüzde bağnazlık, tesettürü politika savaşımının itici gücü gibi ele alıyor. Şeriatçı, insan bedenine düşmanlığın önderidir. Tıp fakültesine girmek isteyen başörtülü genç kız, saçının telini vesikalık resim çekecek fotoğrafçıya göstermemek için direniyor; oysa doktor olmak için erkek bedeninin cinsel organlarıyla haşır neşir olması gerekmiyor mu?..

*

Uygarlık, insanın bedeniyle barışıp vücudunu günah saymaktan kurtulmasıyla anlamdaş!.. Oysa biz insanın saçında, göğsünde, kolunda, bacağında günah arayanların toplumuna dönüşüyoruz.

(24 Eylül 1996 tarihli yazısı)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Patrikhanenin Sicili... 11 Haziran 2012
Mumcu'nun Saptamaları... 7 Haziran 2012

Günün Köşe Yazıları