Düşman Yaratma ve Faşizm

16 Şubat 2015 Pazartesi

Soğuk savaş döneminde iki “kutup” vardı; Doğu Bloku ve Batı Bloku. Birbirlerinin düşmanı idiler. Düşman yaratarak “gelişiyor” ve kendi blokları içinde egemenlik sağlıyorlardı.
Büyük güçler için bu durum “sürdürülebilir üstünlükler” kuramının vazgeçilmez aracıdır.
Hitler, Stalin, Mussolini, Franco, Salazar gibi diktatörler de “düşman üreterek” kendi diktatörlüklerini bir süre için de olsa götürebildiler. Onların yaptıkları da bir anlamda, “sürdürülebilir üstünlükler kuramı”nın ürünü idi.
Aynen Hitler’in dediği gibi; “Beni yenmek için benimkinden daha otoriter bir yönetim gerekir.” Hitler’i daha otoriter bir yönetim götürmedi ama kendi kuramı onu yıkmaya yetti.
“Daha güçlü otorite, ayakta kalabilmek için daha saldırgan bir diktatörlük” derken kendi kendini yok etme noktasına geliverdi.
Onun dağıttığı güç ile çevresinde duranlar bile ondan korkmaya başladılar.
Teknik bir mesele
Bu durum yalnız ideolojik değil aynı zamanda “teknik” bir determinizmdir. Diktatörlük düzeyi yükseldikçe yönetim sadece demokrasiyi yok etmekle kalmaz:
-Ekonomik düzen bozulur; hele bugünün küresel bağlantıları içinde ülke dünyadan soyutlanır.
-Ahlak çöker, toplumda çürüme başlar. Sahtecilik “meşru” gibi algılanır hale gelir.
-İnsanlar ülkeden kaçmaya başlar; sonunda diktatörün çevresindekiler de uzaklaşırlar. Bir “mum”un erimesi gibi diktatörler de kaybolur giderler.
Yakın geçmişteki diktatörlerin tamamı bir “teknik ve toplumsal determinizm” sonucu yıkılıp gitmişlerdir.
Askeri, polisiye, iktisadi ve dini otoriteye dayandırılan bütün bu yönetimler ayakta kalamadılar.
Kutuplaştırmanın fazileti!
Çağdaş demokrasiden ve uygar yaşam tarzından uzak bir “düzen” getirmek istiyorsanız toplumda mutlaka kutuplaşma yaratmanız gerekir.
Kutuplaşma ile “yapay bir düşman yaratarak” şunları sağlarsınız:
-Demokrasiden uzaklaşıp otoriter ve totaliter bir yönetim biçimi getirirsiniz. Kuvvetler ayrılığı yerine tek adamın mutlak otoritesini kurmaya çalışırsınız.
-Eğitimi bölerek otoriter ve totaliter “tek yapılanmaya götüren bir altyapı kurarsınız”.
-Örgütlenme hakkını (ve sendikaları) yok ederek “örgütsüz” bir topluluk oluşturursunuz.
-Yalnız çalışanları değil, sermayeyi de (şirketleri) bölerek “piyasayı, piyasa olmaktan çıkarırsınız.” Böylelikle piyasa kamu denetiminden diktatörün denetimine geçmiş olur.
-Bu gerçekler halen Türkiye’nin yaşamakta olduğu bunalımın bir aynası gibidir.
Ülke önümüzdeki seçimlerde şu tercihlerle karşı karşıya bulunuyor:
-Demokrasi mi, diktatörlük mü?
-Çağdaş ve uygar bir yaşam tarzı mı, dinin öne çıkarılıp her şeye egemen kılındığı bir topluluk mu?
-Batı’dan koparılıp Ortadoğu’nun bir parçası haline getirilmek mi?
-Ülke bütünlüğünü ve üniter yapıyı korumak mı? Bölünme yolunda ilerlemek mi?
Bütün bunlar, seçmenin sadece evinin önünü gören değil mahalleyi, kenti, ülkesini ve dünyayı da gören bir kıvama ne oranda geldiğini de gösterecektir.
İç güvenlik paketi mi?
Çıkarılmak istenen iç güvenlik paketi “kutuplaşmayı ve bölünmeyi daha keskin ve geri dönülemez bir noktaya getirecektir”.
İktidar otoritesini “ötekileştirme üzerine oturttuğu için” bu tehlikeli faşizm silahına sarılmaktadır.
Umarız AKP içindeki vekiller de bu gerçeği kısmen de olsa görürler. Türkiye faşizme “legal olarak da sokulursa” 77 milyonun tamamı bunun bedelini öder.
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları